Günlerdir siyasiler, anayasa içeriğini anlaşılır bir dille açıklayacaklarına birbirlerine sözel şiddet uyguluyor. Siyasetçiler topluma çok kötü bir iletişim örneği sergiliyor. Bu da toplumda adeta provokasyona neden oluyor.
Şiddet olaylarının artışında, siyasal anlamdaki güvensizlik ve belirsizlik etkili oluyor. Şiddetin temelinde insanların geleceklerine yönelik kaygıları var. Bu kaygı ile baş edemeyen kişiler, farklı ortamlarda bir sorumlu arayarak şiddete başvurur. Bu bir çeşit öfke boşalımı, rahatlama yöntemidir. Tabii, uygulanan bu yöntem kesinlikle doğru olarak kabul edilemez.
İki lider arasında yaşanan gerginliği basın yoluyla takip eden kişi ve kişiler şiddet eylemlerine girebiliyor. Çünkü bu kişileri, yani parti liderlerini toplum, örnek olarak kabul ediyor. Bu yüzden saldırgan açıklamalardan kaçınılmalı. Siyasiler, örnek teşkil ettiğini bilip bu sorumluluğu taşımalı, konuşmaları ve davranışlarını bu ilkelere göre yapmalı. Artık siyasiler birbirlerinin düşüncelerine saygı göstermeli.
Okuyan, düşünen, birbirlerinin görüşlerine ve dini bakış açılarına saygılı, bilgili ve kültürlü bir Türkiye istiyoruz. 75 milyonu değil, yalnız kendi iktidarlarını düşünenlerle halka mutluluk gelemez, getirilemez. Her gün siyasilerin kavgası, kavgası, kavgası... Her gün ağız dalaşı... İç- dış sorunların hiçbirinde uzlaşma yok.
İyi, güzel bir söze, iyi siyasete hasret gideceğiz. Bize, yaşatılan ve halkı mutlu eden bir demokrasi lazım, demokrasi müsveddesi değil, demokrasi aldatmacası değil. Bugünkü siyasilerin çoğu, geleceği düşünüp planlayacağına düne takılıp kalıyor. Neden hala 12 Eylül hatırlatılıyor. 12 Eylül öncesi görülmüyor, hep 12 Eylül sonrası olaylar aktarılıyor.
12 Eylül öncesi Türkiye idare edilemez hale gelmişti. O günleri yaşayanlar gayet iyi hatırlar. Polisler ayrılmış, memurlar bölünmüş, işçiler ayrılmış, öğretmenler ayrılmış, gençler bölünmüş, kahveler bile ayrılmıştı. Halk birbirine düşmüş, siyasi cinayetler almış başını gidiyordu. Her gün birkaç kişi öldürülüyordu. Buna çare bulmak bir yana, politikacılar aylarca Cumhurbaşkanı bile seçemiyordu. Adeta iç savaş vardı. Keşke siviller bu duruma demokrasi içinde son verebilse, düzeltse idi.
Yani 12 Eylül, sivillerin başarısızlığı idi, askerlerin başarısı değil.Tabii 12 Eylül'den sonra yapılan hukuksuzluklar, haksızlıklar, insanlık dışı olaylar, tasvip anlamına gelmez. Eleştireceğimiz; demokratik rejim değil, bu rejimi dejenere eden sivil yöneticiler, politikacılardır.
Bakın sevgili Peygamberimiz ne demiş: ‘Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. O zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın'. Hz. Muhammed (s.a.v.)
Ve de Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk'ün şu sözü: ‘Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz'. M.Kemal Atatürk