İstisnasız tüm devlet ve hükümet başkanları için dış politikada elde edilen başarılar iç politikada konumlarını pekiştiren ve geleceklerini garanti altına alan, iktidardaki sürelerini uzatan, liderlik uygulamalarını genişleten değerli manevra alanları olagelmiştir.
Ak Parti hükümetinin Orta Doğu politikası hareketli başlamıştı. 11 Eylül olaylarının hemen ardından yaşanan Irak müdahalesi bağlamında Mart Tezkeresi'ni reddeden meclis, ABD'nin Irak'a düzenlediği operasyona bizzat katılmamış olsa da Saddam'ı uslanması yönünde ikna edebilmek için hemen tüm Orta Doğu devletlerini ziyaret etmiş ve çeşitli sulh konferanslarının Türkiye'de yapılmasını sağlamıştı.
2000'li yılların hemen başında, iktidara geldikten hemen sonra Ak Parti hükümetinin verdiği ikinci sınav, TBMM 7 Ekim 2003'te ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Güvenlik Konseyi'nin kararıyla tesis edilen koalisyon güçlerine katılma ve bölgeye önemli miktarda kuvvet gönderme kararını alması, ancak bu kararın, bölge devletlerinin uyarıları ve baskıları neticesinde uygulanmaması olmuştur.
Her ne kadar Türkiye 1 Mart tezkeresini geçirmemiş ve 7 Ekim kararını uygulamamış da olsa, bir batılı gücün ve yandaşlarının büyük ölçüde fiili, küçük ölçekte ise dolaylı müdahaleleri ile bölgenin çatışmaya her daim hazır gerilimli ortamı kanırtılmış oldu. Örneğin, Kuzey Irak bağlamında Türkiye'nin 2007 yılına dek  Kürt Bölgesi'ne yaptığı operasyonlar ABD ve bölge Kürtleri nezdinde hep sorun yaratmıştır.  
Kuzey Irak özelinde politik ortam  bu olumsuz hareketliliği yaşarken Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Kuzey Irak ile olan olumlu ekonomik ilişkiler Türkiye'nin ekonomik büyümesine ciddi ölçüde katkı sağladı. Türkiye Orta Doğu devletlerinin yaşadığı her bir iç siyasal gerginlik ya da ekonomik sıkıntının ya da bir Batılı devletin direkt müdahalesi neticesinde maruz kaldığı her bir siyasal karmaşa ve ekonomik yaptırımın ardından hem ilgili devleti hem de ilgili devleti bu türden ekonomik ve siyasi baskıya sürükleyen ilgili dış gücü dengeleme politikası benimsemiş ve çift yönlü uzlaşı zemini hazırlamayı amaçlamış ve bunu da son Suriye örneğine dek gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Örneğin; Irak'taki iç karışıklık ortamında Türkiye Şiiler, Sünniler ve aşiret liderleri ile eş zamanlı girişimlerde bulunmuştur. 2006 yılında İsrail'in Lübnan saldırısı ardından hem iç politikada uzlaşma sağlayabilmek hem de Lübnan'da bulunan BM güçlerine katkıda bulunabilmek için somut girişimde bulunmuştur. 2008'de İsrail'in Gazze saldırısı ardından uygulamaya konan Gazze ablukası bağlamında Mısır'ın Gazze sınırını açmada isteksiz olması Türkiye'nin Mısır'a tavır almasına ve Hamas'ı desteklemekten geri durmamasına neden olmuştur. Suriye ile yaşadığı sorundan kısa bir süre önce Türkiye Suriye ile İsrail arasında arabulucu misyon üstlenmek istediğini ifade etmiş, ancak İsrail'in olumsuz tavrı nedeniyle bu isteği gerçekleşmemiştir.
Mart 2008-Kasım 2009 tarihleri arasında hem Irak merkezi hükümeti hem de Irak Bölgesel Kürt yönetimi ile ilişkiler, Talabani'nin Türkiye ziyareti ardından ise Davutoğlu'nun Erbil ziyareti neticesinde normalleşme göstermiştir. Yine son dönemde yaşanan Suriye gerginliğinin öncesinde İran ile hem diplomatik hem de ekonomik ilişkiler gayet ümit verici düzeylere ulaşmış, İran'a uygulanmakta olan uluslararası ekonomik ambargonun sürmesine rağmen Türkiye Batılı devletlerin tepkisini çekmeden İran ile ilişkilerini sürdürmeyi başarmıştır.
Hükümetin Orta Doğu politikası genelindeki en radikal sapma; Arap Baharı'nın  başlaması ile görülmüştür. Protestoların niteliği itibarıyla adını Prag Baharı'ndan alan Arap Baharı 18 Aralık 2010'da Tunus'ta bir protestocunun kendisini yakmasıyla başlamıştır. Benzer protestolar daha sonra Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün'e de atlamıştır.
Tunus'ta 23 yıl sonra Zeynel Abidin Bin Ali ve 30 yıl sonra Hüsnü Mübarek görevlerini bırakmak zorunda kalmış, 20 Ekim 2011'de Muammer Kaddafi isyancılar tarafından öldürülmüştür. Diğer tüm Orta Doğu ve Körfez ülkelerinde de benzer nitelikte fakat küçük çapta protesto gösterileri yaşanmış ancak Suriye özelinde olaylar bir türlü dinmemiştir.
Ve hükümet iktidara geldiğinden bu yana ilk defa olarak Suriye'deki olaylar özelinde aldığı tavır neticesinde Orta Doğu politikasında oldukça farklı bir politika izlediğini göstermiştir. Hükümet Suriye'deki olaylarla ilişkili olarak 2002 yılından bu yana bir devleti ilgilendiren politik sorunlar karşısında çift taraflı olarak gözetmekte olduğu denge politikasından Suriye aleyhine ve uluslararası toplum leyhine vazgeçmiştir ve bu kararında da ısrarcı olacağını defalarca vurgulamıştır.
Kimi kesimlerce "yeni Osmanlıcılık", diğer bazıları tarafından da "İkinci Özalcılık" olarak nitelendirilen hükümetin Orta Doğu politikasının siyaseten ve ekonomik açılardan doğru/yerinde olup olmadığı ancak bu tavır sonlandıktan sonra tarihe geçecek somut siyasal ve ekonomik veriler dahilinde ve sonucunda belli olacaktır.
Gerçekten uygulanan bu politikanın ardından, siyaseten Türkiye Orta Doğu genelinde, pek çok Orta Doğu ülkesi tarafından bir politik ve ekonomik cazibe merkezi, bir kilit ülke ve bir rol model olarak kabul edilmeye başlanırsa o zaman takdir ve teşekkürleri ifade etmekten gayrısı teferruat olacaktır.
Aksi gelişme vukuunda ise hem politik hem de ekonomik saygınlığın zedelenmesi ve geri dönüşü mümküm olmayan sonuçlar bölgede Türkiye'yi kuşatacak ve bahse konu bölgede Türkiye'nin olası politik ve ekonomik hareket alanı oldukça kısıtlanacaktır.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.