Egemen gücün kendi varlığını devam ettirebilmesi ya yeni güçlerin ortaya çıkışının engellenmesine ya da mevcut durumun korunmasına bağlıdır. Bu sistemi uygulayacak kadar güçlü olmayan bir ülke, bu kudrete ulaştıktan sonra da bu sistematiği gerçekleştirebilir. Tüm bu gereksinimler ise direkt ya da dolaylı müdahaleyi gerektirmektedir. ABD, yüzyıla yakın bir süredir bu mantığı etkin bir şekilde uygulamaktadır. ABD her dönemde kendini, uluslararası güç dengelerinin bekçisi bir başka deyişle dünya jandarması olarak tanımlamıştır. Çünkü bu dengelerin sarsılması bir anlamda ABD’nin hassasiyetlerinin zedelenmesi anlamına gelecektir.
İşte, bu güç dengelerini bozan ya da bozmak isteyen tüm ülkeler ABD’nin her dönemde doğal düşmanı olmuş ve bu durum ABD’yi uluslararası arenada daha etkin roller oynamaya itmiştir. Burada belirleyici etken ABD’nin algılamalarıdır. Bir başka deyişle, asıl önemli olan düzeni tehdit eden ülkelerin Birleşik Devletlerle olan ilişkileridir. Kissinger bu durumu şöyle dile getirmektedir: Bir ülkeye yönelik Amerikan politikası, o ülkenin potansiyeline veya siyasi eğilimlerine göre değil, niyetlerinin değerlendirilmesine göre ayarlanmıştır. Niyetinin olumsuz olduğu düşünülen ülke, uluslararası arenadan yok edilmeye çalışılır. Yani, devletler ve yönetimler ABD ile uyumlu olduğu sürece varolur. Uyumsuz devletler ya da yönetimler ülke sınırlarına en uzak noktada bertaraf edilerek, ulusal savunma hattının zarar görmesi önlenir.
Bu başına buyruk egemen sitemin en önemli unsuru güçtür. Bu gücün devam ettirilebilmesi ise temel amaçtır. ABD’nin elinde bulundurduğu bu gücü elde etmek isteyenlere karşı sürekli tetikte olması gerekmektedir. Bu gücün bir mücadele sonucunda korunması ABD’ye yeni dönemi kendi istediği şekilde oluşturma fırsatı tanımaktadır. Bu nedenle ABD tarihinde hiçbir zaman bir güç dengesi sistemine katılmamıştır. Kurulduğu ilk günlerde, Avrupa’nın sömürgeci imparatorluklarına karşı tecrit politikası izleyen ABD, o günlerde bu güç dengesine girmeyi zaten reddetmişti. II. Dünya Savaşı’nda ise güç dengeleri ise zaten tamamen alt üst olmuştu. 1917’den bugüne, varolan uluslararası sistemlerin hemen hepsinin altında ABD imzası vardır ve oluşturduğu sistemlerin sorun çözücüsü olarak bugüne kadar hakimiyetini devam ettirmiştir.
O halde, Orta Doğu’da son 1 yılda yaşanan tüm rejim değişikliklerini, kargaşayı, direnişleri Orta Doğu’da dünyaya gelecek olan yeni sistemin doğum sancısı olarak yorumlamak gerekmektedir. Trajik olan; Orta Doğu coğrafyasını iğfal edenin yine doğum sancısını azaltacak “kurtarıcı doktor” olarak belirmesidir. Suriye olası operasyonu da bu mantık üzerinden anlaşılmaya çalışılmalıdır.