Geçenlerde bir avukat dostum aradı. Kendisi sıkı askerci ve Atatürkçüdür. Balyoz davasında da müvekkilliğini yaptığı biri var. Dava sürecinin yorgunlunluğundan ve içerideki askerlerin çaresizliğinden bahsetti. Hayatlarının ve aile düzenlerinin darmadağın oluşundan ve ne denli haksız yere özgürlüklerinin ellerinden alınışından söz etti. Sadece dinledim ve sohbeti, "Allah düşeni kurtarsın, adalete sığınmaktan ve sabır göstermekten başka yapacak hiç birşeyleri yok" diyerek sonlandırdım.
Konuşmanın hemen ardından 2005 Ağustos , 2007 Mart ve 2008 Aralık yıl ve aylarında hayatımın akışını değiştiren üç olay aklıma geldi.
1998 Temmuz ayı idi. Finlandiya'da derslerimi tamamlamış ve doktora tezimi ise yarılamıştım. Babamın mesane kanseri azmıştı. Tek çocuk olmanın yazgısıyla Türkiye'ye dönmek durumunda kaldım. Doktora tez izleme periyotlarında Finlandiya'ya gider tekrar dönerim düşüncesiyle o dönem yeni palazlanmaya başlayan ve şimdiye oranla daha bir nitelikli olan Vakıf Üniversitelerinden birinin mütevelli heyet başkanına bir dost vasıtasıyla gittim. Yurt dışı bağlantımı öğrenince sevgi gösterileri arasında ve Rektöre, "Bu kızı sakın kaçırma" ültimatomu eşliğinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'ne öğretim görevlisi olarak girdim. Ardından çeşitli gazete ve akademik dergilerde makaleler ve onlarca tv kanalında açık oturumlar geldi. 2005 Şubat ayında o dönem Ahu Özyurt'un sunduğu Gece Görüşü programında Ruslar’ın yaptığı Osetya'daki Beslan Katliamı ile ilgili görüşlerimi açıkladım ve, "Bu işte Amerika'nın parmağı olduğunu düşünüyorum" dedim. Yayın kesildi, reklama girdik ve Ahu yayını apar topar sonlandırdı. Eve dönerken açtığı özür telefonunda dönemin ABD Büyükelçisinin Aydın Doğan'ı aradığını ve gereğini yerine getirmesini söylediğini aktardı. Ertesi gün işe geldim ve yemekte mütevelli heyet başkanı ile karşılaştım. "Akşam bana uğra, biraz konuşalım" dedi. Dersim bitti, makama çıktım "tek kişilik ordusun sen, yine ne yaptın bu adamlara, telefon açtı Büyükelçi ve "at bu hanımı, ilişkilerimizi zedeliyor" dedi ve kocaman sarılarak beni uğurladı. Aynı yılın (2005) Ağustos ayında Rektörlükten bir yazı aldım: "...sayın Kona, emeklerinizden dolayı teşekkür eder, bundan sonraki yaşamınızda başarılar dileriz." Elbette o kocaman kucaklayan Başkan'a sordum, "bu ne iş!" diye. Cevap netti: "Milliyetçi olduğun için seni istemediler."
Şimdi o Başkan 4 senedir o tutkunu olduğu üniversitesinden ayrı, hakkında yakalama kararı çıkarıldı, yakalanamıyor ama üniversitesine de dönemiyor.
2003 yılında evde bir makale üzerinde çalışırken telefonum çaldı. Karşımda dönemin Sarem Başkanı vardı, doktora tezimi okuduğunu ve uluslararası ilişkilerde senaryo yazımı konusunda Sarem Başkanlığı'na büyük katkı sunabileceğimi ifade etti. Sarem üyeliğine ve tüm beyin fırtınalarına katılmamı teklif etti. Ben de, "Akademisyen yer seçmez, nerede faydası dokunacaksa orada olur" diyerek kabul ettim. Takip eden süreçte pek çok Sarem toplantısına katıldım ve rapor hazırladım. Sonra 2007 yılı ortasından itibaren Sarem'in hiçbir beyin fırtınasına davet edilmemeye başladım. Biraz araştırdım ve dönemin Sarem Başkanı'nın benim oturum başkanı olduğum ve dönemin Genelkurmay Başkanı'nın da bizzat katıldığı Güney Kafkasya konulu bir Panel'de "....Panel başlığı Panel'in alt konu başlıklarını kapsamıyor" tespitime alındığını ve beni Sarem'den uzaklaştırdığını öğrendim.
Şimdi O Sarem Başkanı içeride ve Sarem yaklaşık bir sene önce kapatıldı.
2004 yılı başında raportör olarak görev aldığım ve fuayede kitaplarımı imzaladığım 8. Avrasya Ekonomik Zirvesi'nde verilen arada iki albay geldi, tanıştık, kitaplarımı imzaladım, takdim ettim. Deniz Harp Akademisi'nde Strateji ve Uluslararası İlişkiler A.B.D.'nda görev yaptıklarını ve Akademi'de Strateji ve Senaryo Planlama derslerini vermemi teklif ettiler. Doktora tezim bu iki konu ile alakalı olduğu için tereddütsüz kabul ettim. 2004 Eylül ayında Deniz Harp Akademisi'nde dış konferansçı statüsünde öğretim üyesi olarak ders vermeye başladım. 2005 yılı Eylül ayında o özel üniversiteden malum sebeple atılnca da dönemin Deniz Harp Akademisi Komutanı Tümamiral Paşa'nın bizzat teklifi ve eşsiz desteğiyle Deniz Harp Akademisi sözleşmeli öğretim üyesi oldum. 2008 yılı Kasım sonunda bir Çarşamba günü telefonum çaldı. Karşımda o dönem Deniz Harp Akademisi Öğretim Başkanı olan çok sevdiğim albay vardı. Klasik hal hatırdan sonra "Hocam müsaitseniz, görüşmek istiyorum, bugün olursa iyi olur" dedim. Gittim, sıkılgan yüz ifadesinden ters giden bir şeylerin olduğunu hissettim ve öğrendim: "....Genelkurmay, Harp Akademileri Komutanlığı'nda herhangi bir üniversitede kadrolu olarak görevli olmayan öğretim üyesini sözleşmeli statüde istihdam etmeme kararı almış". "Peki sözleşmem sonlandırılsın ben burada dış konferansçı statüsünde ders vermeye devam edeyim, olmaz mı?" diye sordum. "Lütfen kusura bakmayın, sizinle bu konuşmayı yapmak hepimizi çok üzdü, odanızı ay sonuna dek toplayabilirseniz çok iyi olacak" dendi.
Apar topar, çok sevdiğim bu yerden gönderilmenin üzüntüsünü belki de unutabilmek için araştırmaya başladım. Neden böyle olmuştu? Cevabı geçen sene öğrenebildim, Ergenekon başlangıç sürecinde daha henüz subaylara dokunulmamışken, sivil personelden kaynaklanabilecek olası zararı zamanında bertaraf ederek Akademi'deki orada burada çok konuşma yapan, yazı yazan, düşündüklerini açıkça ifade eden sivil öğretim üyelerini ayıklamaya başlamışlar. Harp Akademileri'nden ilişiğimin kesilmesi için Genelkurmay Başkanı'ndan yazılı emir gelmiş, onlar da her zaman olduğu gibi sadece emri uygulamışlar!
Şimdi durum malum...
2009 başından itibaren bu üç olay sonucunda hayat felsefem değişti, şimdi hiç bir kuruma ve şahsa inanmıyorum. Akademisyenliği adresim belli olsun diye yarı zamanlı, sivil toplumculuğu kendi manevi tatminim için tam zamanlı yapıyorum. Yurt dışı bağlantılarımı mesleki ve sivil toplumculuk anlamında epey artırdım. Artık, "Bu sistem bu kadar kirlendiğine göre iyi ki sistem dışı bırakılmışım" diye düşünüyorum.
Hiç kimselere kinim yok. Sadece kırgınım ve süreç içinde prosedürel adaleti bilmem ama, vicdani adaletin bir bir gerçekleştiğini gördüm. Göbek de atmıyorum sadece gönlüm daha bir serin artık.
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.