Geçen Pazar babalar günüydü, bu cumartesi yani 24 Haziran ise “Ablalar Günü”, Ben de geçen sene 24 Haziran’dan sonra öğrendim böyle bir günün varlığını. Bu defa kaçırmayıp “anne bir ablamın” gününü kutladım. Hayatım soybağımı karartmış “godfather” misali bir adam olan biyolojik babamı aramakla ve kendisiyle hukuken savaşmakla geçtiği için babalar günü benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Ama dünya gözüyle hiç göremediğim biyolojik annemden bana kalan tek varlık olan ablamın gününü kutlamak sanırım çok daha anlamlıydı.
Tüketimi artırmaya odaklı bu gün furyasının nerede duracağını merak etmekle birlikte; fırsat bu fırsat “Babalar Günü”, “Ablalar Günü” gibi günlerden hareketle “ataerkil çelişkilerimize ilişkin” hukuksal ve sosyolojik bazı tespitler yapayım dedim. Buna benzer günler içerisinde herhalde en coşkuyla kutlananı Anneler Günü olsa gerek, hatta Yeşilcam’da Zeynep Değirmencioğlu’nun oynadığı 1973 tarihli “Anneler Günü” diye bir film bile çekilmiştir.
Belki duymuşsunuzdur; son yıllarda (2008 yılından beri) tıp bilimi kadınların erkeğe (erkek hücresine/spermine) ihtiyaç duymadan kız evlat sahibi olabileceğini tartışıyor. Kadınların sadece kız çocuk sahibi olduğu, erkeklerin baba olmadığı ve nüfuslarının giderek azalarak tükendiği bir dünya. İster misiniz bir gün Babalar Günü’nü kutlayacak tek bir baba bile kalmasın! Elbette kulağa ütopik geliyor. Ama bu bilimsel bir gerçek ve yüksek sesle “anaerkillik” bağırıyor.
Aslında dilimizin kültürümüzün özü, etimolojik kökeninde de anaerkillik var. Dilimizde “kardeş”; “karındaş” sözcüğünden geliyor. Yani aynı karnı paylaşan, diğer bir deyişle aynı annenin doğurduğu çocuklara karındaş/kardeş deniliyor.Gelin görün ki, kültürümüzün en önemli göstergelerinin belki de birincisi olan Türkçe’mizde ataerkil çelişkilerimiz tam da bu noktada başlıyor. Türkçe’de Batı dillerinde olduğu gibi ebeveynlerinden yalnızca biri aynı olan kardeşler için kullanılan “half sibling” kavramı karşılığı olarak “yarım kardeş” kavramı yok. Aslında Batı dilleri gibi “erkek/dişi” ayrımına yer vermeyen Türkçe gibi bir dilin, bu noktada Batı dillerinin yer vermediği bir ataerkil çelişkiyi kendi içinde barındırması üzücü ve düşündürücüdür. Ataerkil çelişkiler ve dayatmalar karşısında Türkçe’nin etimolojik veya gramer özellikleri yüzyıllardır değişmeyen tarihsel kökleri olduğu için sağlam durmuştur ama “Güncel Türkçe Sözlük”deki güncel kelime dağarcığı bu mirasla çelişmektedir.
Güncel Türkçe Sözlük’de kardeş; “Aynı anne babadan doğmuş veya anne babalarından biri aynı olan çocukların birbirine göre adı” olarak tanımlanıyor. Yine dilimizde “üvey” sözcüğü; “Yalnız yasaca akraba sayılan, aralarında kan bağı bulunmayan, öz olmayan.” olarak tanımlanıyor. “Öz” sözcüğü ise “Kan bağı ile bağlı olan, üvey olmayan” olarak tanımlanmış. Buraya kadar bir sorun yok.Ancak durun bakalım bu nasıl olur öz kardeş; “Ana babaları veya yalnız babaları bir olan kardeşlerden her biri” olarak, üvey kardeş ise; “baba ya da ana ayrı kardeşlerden birine göre öteki” olarak tanımlanmış. Bir bakışta görüleceği gibi her iki tanım birbiriyle çeliştiği gibi, dilimizdeki “öz” ve “üvey” kavramlarıyla da çelişiyor. Ataerkil çelişkiler dili de kendi içinde çelişir hale getirmiş maalesef. Bu çelişkilerle dolu skalada “ana bir baba ayrı” kardeşlerin “üvey kardeş” tanımlamasından kurtuluşu görünmüyor. Oysa ki “süt kardeş” kavramında bile “anne sütü” ve “kadının emzirme olgusu”nun temel alındığı açıktır. Hatta süt kardeşliğe İslam dininde evlenme yasağı gibi sonuçlar bağlanarak, anaerkillik pekiştirilmiştir.
Maalesef bu ataerkil çelişkiler, biyolojik gerçekliklerle olduğu kadar hukuksal eğilimlerle de tezat oluşturuyor. Medeni hukukçu Prof. Dr. Rona Serozan hocamız; “Code Civil’in; la recherche de la paternité est interdite” “babalık sorgulanamaz” kuralından söz ederken; bu durumu “babalığın sorgulanmasına duyulan tarihsel ataerkil fobi” olarak ifade etmiştir. Yine Rona Serozan Hoca’ya göre; “De lege feranda yerinde bir hukuk politikası tercihi, Batı’da gözlendiği gibi, çocuğun soyadını ister evlilik için olsun, ister evlilik dışı olsun, elden geldiğince anasının soyadına bağlamaktan yana olmalıdır, çocuklar arası eşitlik babanın soyadında değil, ananın soyadında gerçekleşmelidir.” (Anayasa Mahkemesinin Medeni Hukuka İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi Sempozyumu On İki Levha Yayınevi, İstanbul, 2013, s. 137-167) Hal böyleyken anne bir baba ayrı kardeşleri üvey olarak nitelemek dile de, doğaya da, hakka ve hukuka da ihanet değil de nedir?
Aristo; “Anneler çocuklarını, babalardan daha çok sefer çünkü onların kendilerinden olduğundan emindirler.” diyerek babalığın sorgulanmamasına ilişkin tarihsel ataerkil fobinin arka planını bir başka şekilde ifade etmiştir. Ancak bu tespit günümüzde genetik biliminin geldiği noktada, babalıktan da emin olunabildiği için büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Bu anne sevgisi fazlalığı ve anne olsun olmasın kadın duygusallığı ve anaçlığı olsa olsa kadınların biyolojik farklılıklarından kaynaklanabilir. İşte bu yüzden erkek olmadan insan türünün devamına ilişkin çalışmalar yapılan tıp bilimi; henüz kadın olmadan insan türünün devamına ilişkin bir formül üretmiş değildir. Henüz karnında insan yavrusu taşıyan “homo sapiens” türünden bir erkek görülmediğine göre anneliğin babalıktan değerli ve önde olması kaçınılmaz. Hz. İsa bile babasız dünyaya gelmiştir ama annesiz değildir. Bu durum tarihsel olarak bile ilahi mucizenin sınırlarını anneliğin belirlediğini ortaya koyuyor. O yüzden ataerkil çelişkilerde boğulsak da, anaerkillik bütün bir insanlığın genlerinde bağırıyor… Aynı sebeple henüz Ağabeyler günü icat edilmemiş olsa da, 24 Haziran Ablalar günü diye bir gün icat edilmiş bulunuyor. Hatta 29 Şubat dört yılda bir “Abla- kardeşler” günü olarak kutlanmaktaymış. Bu yazı anne bir ablama hediyem olsun. Ayrıca bu yazı vesilesiyle geçmiş Ramazan bayramınızı kutlarım. Sevgiyle kalın…