Son günlerde gündemimizi epey meşgul eden bir konu oldu. Yaş sebze-meyve fiyatlarındaki artışlar ve tanzim satış noktaları. Merkezi hükümetin kararıyla İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde marketlerin satış politikasının tersine daha ucuz satış yapılacağı iddiasıyla tanzim satış noktaları kuruldu. İstanbul gibi tarımsal üretimden kopmuş bir kentte yaşayanlar da günlük sebze-meyve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu noktaların önünde uzun kuyruklar oluşturdu. İstanbul'un değişen bir başka gerçeği de şehir içi bostanları. Şehirde yaşayanlar için taze ve doğal ürün alanı olan bu bostanlar inşaat faaliyetleriyle yok edildi. Belediyecilik anlayışındaki değişiklikler, kent arazisinin değerlenmeye başlaması ve “boş” alanların yapılaşmaya açılması gibi gelişmelerle başlıyor ve kademeli olarak günümüze kadar geliyor. 2000 sonrasında kent rantının inanılmaz boyutlara çıkmasıyla kentle ilgili politikaların daha agresifleştiğini görüyoruz. Bu süreçte İstanbul ve çevresindeki veya eski hinterlandındaki (arka toprak parçası) tarım alanları yok oluyor.
Yedikule, Piyalepaşa, Kuzguncuk vb. tarihi bostanlar tehdit altında. Bunlardan bazıları binlerce, bazıları yüzlerce yıldan beri faaliyetlerine devam ediyor ve varlıkları her anlamda çok önemli. Ne yazık ki çok az kaldılar. Ayrıca çeşitli kolektiflerin ya da bireylerin sahip oldukları bostanlar da var. İstanbul’un Beykoz/Çavuşbaşı gibi kırsal öğeler taşıyan ilçelerinde geçimlik de olsa bostan ekiliyor, inek besleniyor. Kent içindeki bostanların yeniden ihya edilmesi rantın bu kadar belirleyici olduğu bir sistemde ne kadar gerçekçi bilemiyorum. Henüz var olanları dahi koruyamıyoruz. Bir politika olarak, düşük gelir gruplarının ikamet ettiği mahallelerde kentsel tarım alanları açılması desteklenebilir. Dünyada bunun örnekleri var.
Sebze-meyve krizini aşmak için İstanbul'un çevre köylerinde tarım yapılamaz mı? Yani üretimi de tüketimi de yerel ağlar üzerinden çözmek olası mı?
Bildiğim kadarıyla İstanbul, tarihi boyunca pek de yerel bir kent değil. Hep başkent, hep geniş bir hinterlandı var. Hatta bazı tarihçiler Osmanlı İstanbul’unu “mide kent” ya da “tüketim kenti” olarak tanımlıyorlar. Tabii yaş sebze üretimi bir istisna. Yukarıda da belirttiğim gibi çabuk bozuldukları için İstanbul’un yaş sebze ihtiyacı kent içi tarım alanlarından, çeperden ve Marmara kıyılarındaki köylerden karşılanıyordu. En azından yaş sebze için İstanbul’un uzun yıllardır böyle bir alışkanlığı vardı. Günümüzde, kent çevresindeki köylerin ihya ve organizasyonuyla birlikte İstanbul’un yaş sebze ihtiyacının bir bölümü karşılanabilir bence. Bu önemli ve uzun erimli bir iş. Ciddi bir organizasyon gerektiriyor. İstanbul ve Marmara bölgesi gibi ülke ekonomisi açısından son derece önemli ve çıkar çatışmasının olduğu bir bölgede tarıma da ciddi boyutta yer açılması bir irade meselesi. Bir yandan da bu nasıl bir İstanbul istendiğiyle de alakalı. Bütün ülke ekonomisi için lokomotif bir İstanbul ve Marmara bölgesi vizyonuyla harekete geçildiği zaman bu tarz kendine yeterlilik, ucuz gıda, sürdürülebilirlik gibi mevzular ikinci planda kalabiliyor.