1948’de kurulmuş olan Israil devleti, sınırlarını suya göre belirlemişti. 1967'de çıkan savaşın en önemli nedeni Şeria nehrinin sularıydı. Ürdün'de bulunan ve Ürdün topraklarının önemli bir kısmını sulayan Şeria Irmağı, Israil için bulunmaz kaynak olmakla beraber, Ürdün'deki su rezervini kendi topraklarına aktarması oldukça zor görünüyordu. Bunun için Israil, bütün teknolojik imkanlarını ve ABD ile mevcut tüm politik ilişkilerini kullanarak, Galili Denizi ve Yarmuk Irmağı'ndan boru hatlarıyla Tel-Aviv'e su pompalamaya başladı. Bu pompalama yolu ile Israil su ihtiyacını bir biçimde karşılarken, Tel-Aviv'e gelen bu su İsrail için aynı zamanda bir çeşit politik rahatlama oldu. Böylece Israil Arap topraklarındaki suya egemen olarak, bir biçimde, Orta Doğu’daki su savaşının galibi olarak kendini tayin ediyordu. Diğer yandan Batı Şeria'daki su kuyuları da zaten Israil için önemli birer kaynak durumundadır. Şeria nehri haricinde Israil Batı Yakası'ndaki su kaynaklarının da % 90'ını kullanır durumdadır. İsrail’in Batı Şeria’daki su kaynaklarının %90’nını kullanması bir milyonun üzerindeki Filistinlinin yaşadığı topraklarda susuzluğun ciddi boyutlara ulaşmasına ve dolaylı olarak da iki taraf arasındaki gerginliğin kronikleşmesine katkı sağlamaktan başka bir sonuca hizmet etmemektedir. Israil'in su kaynaklarının başında Şeria Irmağı gelmekte, bunu Golan Tepeleri izlemektedir, Güney Lübnan'daki kaynaklar da şu an Israil'in elinde bulunmaktadır.
Lübnan, Suriye ve Filistin'de bulunan su kaynaklarını kullanarak, iktidarını güçlendiren ve aynı oranda rakiplerinin gücünü kıran Israil için Manavgat, Nil ve Fırat suları da büyük önem taşımaktadır. Israil'in Nil nehrine ilişkin birbiriyle bağlantılı ve realize etmeyi başardığı üç temel hedeften bahsedilebilir. Bu hedeflerden ilki; Nil üzerinde kurulacak olan kanallardı. İsrail’in bu hedefi 1984 yılında gerçekleşir ve kanal yapılır. Bu kanal sayesinde Israil, Etiyopya ve Sudan gibi Nil'in iki önemli musluğunu elinde tutan devleti yanına çekmeyi başarmıştır. Böylece İsrail’in ikinci hedefi de gerçekleşmiştir. Üçüncü olarak İsrail, Etiyopya ve Sudan’ı yanına çekerek Mısır'ı istediği zaman tedirgin edecek bir güce de sahip olmuştur. Böylece İsrail Nil’e ilişkin tüm hedeflerini kısa bir süre içinde tamamlamıştır. İsrail'in diğer ayağı ise Fırat'tır. Israil'in bölgeye yönelik ilgisini de bu şekilde okumak gerekmektedir. Israil'in bölgeye ve de dolaylı olarak GAP’a ilgisinin başlangıç tarihi 1993’tür. Israilli işadamları zaman zaman bölgeyi ziyaret ederek, Urfa'dan toprak almak istediklerini, burada fabrika kurmak niyetinde olduklarını söylerler. Türkiye'nin Kürtleri ihmal ettiklerini ve kendilerinin geliştirecekleri politikalarla Kürtlerin en azından ekonomik anlamda gelişmesine yardımcı olacaklarını, bu gelişmenin ise Türkiye’yi ayrılıkçı Kürt hareketi bağlamında rahatlatacağını, hatta Kürt meselesinin ortadan kalkacağını vurgularlar. 1993 yılında Israil Tarım Bakanlığı'ndan gelen bir heyet, GAP'a yüklüce bir yatırım yapar. İsrail GAP’tan hisse alabilmek için faaliyete geçer. GAP'tan hisse almak isteyen İsrail kökenli firmalar arasında alanında öncü bir çok firma vardır. GAP bu firmalar için iki anlama geliyordu; Israil'de olmayan su ve toprak. İsrail’in ikinci GAP atağı 1996 yılında yaşandı. Israilli firmalar bu tarihte önce Ankara'ya sonra da Urfa'ya geldiler. Israil Tarım Bakanlığı GAP bölgesinde arazi alımına resmen başvurmuştu. Israil, Suriye'nin Golan sularını Türkiye'nin ise Fırat'ın sularından Israil'e vermesini talep ediyordu.
1987 yılında Barış Suyu Projesi adı altında Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden Ortadoğu'ya su ihraç etme fikri dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından ortaya atılmıştır. Özal'ın ölümü, suyun politik malzeme olarak görülmesi, Barış Suyu projesi kapsamında İsrail devleti’nin de bu projeden faydalanabilecek olması ve bu duruma Arap ülkelerinin ciddi muhalefet göstermeleri bu projenin gelişmesine imkan vermemiştir. Barış Suyu projesinin tüm bu nedenlerle işlevselleştirilememesi neticesinde bu projeye alternatif olarak Manavgat Suyu Projesi gündeme getirilmiştir. 1999 yılında Manavgat nehrinden Israil'e su satılması gündeme geldi. Türkiye'nin Manavgat Nehri'nin sularının İsrail'e satılmasını içeren projeden, Türkiye ve İsrail'in ortak kararıyla vazgeçildi. Manavgat yerine Akdeniz'e dökülen Göksu Nehri'nin suyundan yararlanılmasını teklif eden İsrailliler, Akdeniz altından boru hattıyla suyun taşınabileceği önerisini dile getirdi. Türk yetkililer ise önerinin inceleneceğini söylemekle yetinmişlerdi.
İsrail’in su politikalarını çok ciddi su sıkıntısı çektiği için değil ancak Orta Doğu’da yer alan belli başlı su kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurmak istediği için geliştirmiş olduğu gayet açıktır. İsrail’in Orta Doğu su kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurma girişimlerine sevk eden temel düşünce ise İsrail’in su konusunu hemen her devlet gibi politik bir araç olarak kullanma arzusudur. 1948’den itibaren yaşanan çoğu sorunun İsrail’in bölgede izlediği stratejik su kaynaklarına sahip olma politikasından kaynaklanmaktadır.