İstanbul’un her iki yakasında da devasa kuleler yükseldi ve yükselmekte de devam ediyor. Bu kuleler şehirde görüntü kirliliği de yapıyor. Rezidans, tower adı verilen bu yerlerin reklamlarını Tv’lerde her gün izliyoruz.
Marmara Üniversitesi profesörlerinden birisi de yüksek binaları mezar taşına benzeterek, ‘Bugün büyük iddialarla dikilen yüksek binaların, gelecekte toplumun mezar taşlarına dönüşmesini engellemek için bu süreç durdurulmalı. Yarın çok geç olabilir’ demiş… Söylem, geçtiğimiz günlerde Üsküdar’da yapılan ‘Kentsel Dönüşüm Uygulamalarında Çeşitlilik’ adlı panelde geçmiş…
Gerçekten bu yüksek binalar ne derece güvenli… Bu binalar özendiriliyorsa da, Başbakanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan bile, belediye başkanlarını, halkı ve inşaat şirketlerini art arda üç defa uyarmak mecburiyetinde kaldı.
Türkiye'nin yüzölçümü itibarıyla küçük bir ülke olduğu, buna karşılık kalabalık bir nüfusa sahip olduğu on yıllardır söylenmekte. Bu iddia doğru kabul edilerek şehirlerimizde yapı yoğunlukları sürekli artırılmakta ve tarihi eserlerin yanı başına bile yüksek binalar, hatta gökdelenler inşa edilmekte.
Oysa Almanya, Japonya, Hollanda gibi kilometrekareye bizden fazla insan düşen ülkelerin hiçbir şehrinde bizdeki gibi yüksek bina yoğunluğu bulunmamakta…
Bir deprem ülkesi olan Japonya’nın 30 milyondan fazla insanın yaşadığı başkenti Tokyo'da bile halkın büyük çoğunluğu 3-5 katlı binalarda yaşamakta. Japonya'da halk yüksek binalarda oturmaya özendirilmemekte. Eee, öyleyse, bir deprem ülkesi olan Türkiye'de yüksek binalar niçin rezidans, tower gibi tuhaf isimler altında cazip gösterilmeye çalışılmakta?
Türkiye nüfusunun tamamının bahçeli müstakil evlerde yaşaması halinde, ülke topraklarının yalnızca yüzde 4'ünün bu iş için yeterli olacağı bilinmesine rağmen, insanımız niçin tabutlukları andıran binalara istif edilmeye çalışılmakta? Bugün büyük iddialarla dikilen yüksek binaların, gelecekte toplumun mezar taşlarına dönüşmesini engellemek için bu süreç durdurulmalı. Yarın çok geç olmasın…
