Devletin en öncelikli görevi; yurttaşlarının, özellikle de kadınların ve güçsüzlerin can güvenliğini ve insan haklarının temeli olan “yaşama hakkı”nı “güvence”ye almaktır. Bu arada; erkeklerin kadınlara yönelik “şiddet” kullanma eğilimini etkisizleştirecek ekonomik, sosyal ve psikolojik ortamı hazırlamak da aynı şekilde çağdaş devletin yurttaşlarına karşı en temel “sorumluluğu”dur.
Dikkat ederseniz kadına yönelik şiddetin son zamanlarda yoğunlaştığı gözlenmekte. Ülkemizde, her beş kadından ikisi, yaşamının bir döneminde şiddete maruz kalmıştır. Bu olgunun değişik nedenleri olmakla birlikte en önemli sebep; “kadın-erkek eşitsizliği”dir. Örneğin, Türkiye’de kadınların TBMM’deki temsil oranı yüzde 14.2, çalışma hayatına katılımı da yüzde 27.6’dır. Bunun anlamı; milletvekillerinin yüzde 86.8’i erkek, aynı şekilde çalışan nüfusun da yüzde 70.8’i erkektir. Bu tablo; “kadın-erkek eşitsizliği”nin çarpıcı bir göstergesidir. Araştırma sonuçlarına göre “kadın-erkek eşitliği”, kadının iş, siyaset ve sosyal hayattaki yeri bakımından gelişmiş ülkelerin çok gerisindeyiz. Araştırmaya katılanların yüzde 75’i “ailenin reisi erkektir” derken yüzde 60‘ı da “kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalıdır” görüşünü dile getirmekte. Ortaya çıkan bu rakamlar, ülkemizde kadın-erkek ilişkilerinde “eşitlikçi değerler”den giderek uzaklaşıldığını, “erkek üstünlüğü”nün de kadınlar tarafından “benimsendiği”ni göstermekte.
Öte yandan; kadın eksenli medya programlarındaki “baskın” unsur olan “cinsellik, ihanet, aldatma, çok eşlilik”; sanki “olağan”mış gibi bir kurguyla hazırlanıp sunulmakta. Şöyle bir baktığınızda bu programlar; kadına “şiddet”i ve “ayrımcılık”ı tahrik etmekte. Unutulmamalıdır ki kadın her şeyden önce bir annedir ve de örnek alınacak kişidir, “rol model”dir, çocukları etkileme alanı geniştir, aile kurumunun da düzenleyici unsurudur. “Kadına Şiddetle Mücadele Günü“ olan 25 Kasım’dan önce, Türkiye; “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni TBMM’de onaylayan ilk ülke oldu. Tabii bu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda atılan çok önemli bir adım. Ancak sadece sözleşmeyi imzalamak yeterli değil. Esas olan; sözleşmedeki standartları yasalara ve uygulamalara zaman yitirmeden yansıtmak. Kadına şiddetin kaynağı; kadının eğitimsizliği, ekonomik bağımlılığı, işsizliği, örgütsüzlüğü, toplumsal duyarsızlık, ayrımcılık ve “erkek egemen” kültür ile “feodal yapı”dır.
Bu nedenleri ortadan kaldırmak için de;
- Kadının eğitilmesi, birey ve kadın hakları konusunda bilinçlendirilmesi,
- “Kocasının eline bakmayacak“ şekilde ekonomik özgürlüğe kavuşması,
- Kadın istihdamının özendirilmesi,
- İstihdam garantili “Kadın Beceri Kursları”nın yaygınlaştırılması,
- Kadınların örgütlenmelerinin önünün açılması,
- Kadın örgütlerinin mücadelesi, medya desteği ve toplumsal duyarlılık gerekiyor.
Sonuç olarak: Kadına yönelik şiddet; hepimize uygulanan şiddettir.