Biz zorluk çıkarmayı sevmeyiz. Rahat rahat gelirler. "Niye geldin? Kaç gün kalacaksın? Kimde kalacaksın?" gibi sorularla darlama adetimiz yok. Sanırım bulunduğumuz coğrafya Dünya'nın en güvenli bölgesi! Geleni el üstünde tutarız. Çat pat iki günaydın, üç beş iyi akşamlar duyduk mu havalara uçarız. Bir de üzerine, "Nasıl ülkemizi beğendiniz mi?" diye sorup, yemeklerimizin şahane olduğunu yabancı turistlere onaylattık mı değmeyin keyfimize...
Biz onlar rahat etsin diye tüm kapıları açalım, ama konu üç beş günlük seyahate gelince Avrupa bize mırın kırın etsin olacak iş mi?
Her şey, Avusturya'ya ufak bir tatil için gitmek istememle başladı. (Avusturya izlenimlerimi kısmetse bir başka yazıda ele alacağım.)
Biz planları yaptık, uçak biletlerini aldık, otel rezervasyonlarını hallettik, tren bileti, gezilecek yerler listesi derken geriye minicik, ufacık, kafaya bile takılmayacak bir detay kalmıştı: Vize!
İşler yoğun, biz bir vize danışmanından destek alalım da işlemler hızlıca bitsin diye kafamızda pembe hayaller kuraduralım, vize danışmanı "Hangi ülke için vize alacağız ?" sorusuyla başladı. Buraya kadar her şey yolundaydı ,sıkıntı yok. "Avusturya" dedim. "Başka ülkeye gidin." dedi. Buyur buradan yak. Uçak bileti aldım başka ülkeye nasıl gideyim? Avusturya'dan vize almak deveye hendek atlatmak tadındaymış. "Olsun." dedim, zoru severiz biz. Ayrıca alt tarafı bir vize iki evrak toplamak ne kadar zor olabilir ki?
Banka hesap cüzdanlarından tutun, çalıştığım iş yerinin ticaret sicil gazetesinde ki yerine kadar hiç bir detayın atlanmadığı uzun bir liste verildi elime.
Yalnız; vatandaşlık, göçmenlik, ülkeyi nüfusuma geçirmek gibi bir talebim yok. Ben sadece Viyana'yı gezeceğim, bir kaç fotoğraf çekeceğim, Viyana hatırası hediyeliklerimi alıp döneceğim diyorum ama değişen bir şey yok. Viyana'ya gitmek istiyorsan evraklar eksiksiz olacak. Gelmiş kadar oldum diyeceğim, sonra vize hariç her şeyi çözdüğüm aklıma gelince bu düşünceden vazgeçtim ve fotoğrafçının yolunu tuttum.
Bir kere fotoğraf fazlasıyla mühim. Kulaklarınızın tam olarak görünmediği ya da Allah muhafaza gülümseyerek vereceğiniz bir poz ne hikmetse tanınırlığınızı ortadan kaldırıyor. O yüzden siz, siz olun yurt dışına giderken, kriterlere uygun olarak; suratsız, şekilsiz ve baktıkça "Ben buna benziyor muyum acaba?" diyeceğiniz bir fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin.
Sırada "Niye geldin?, Kaç gün kalacaksın?, Kaldığın sürede masraflarını kim karşılayacak?, Nerede kalacaksın?" sorularını cevaplayacağım kompozisyon var. Yani diyor ki ülkeme yerleşip bir dönerci zinciri kurmayacağına dair beni ikna et. Dönerci değil de belki zeytinyağlılar üzerine olabilir! Bir hafta da yeterli zaten. Hem yerleşirim, hem de dükkanı açarım, oh ne ala memleket! Şaka şaka, yahu sadece gezeceğim ve sonra döneceğim tıpkı eskiden olduğu gibi...Neyse bunu da yazdık mı işler biter mi? Elbette hayır.
Parmak izi sırası, evraklara; bir kısmının Türkçe, bir kısmının İngilizce, bir kısmınınsa Almanca istendiği son şeklin verilmesiyle çileli bekleyiş süresi ve akıllarda ki malum soru: " Artık lütfedip vizeyi verecek misiniz?"
İki hafta sonra olumlu yanıtladılar. Ama bu yarım ağız gelsen de olur, gelmesen daha iyi olur tavrına alınmadım değil sevgili Avusturya. "Madem bu kadar alındın niye geldin?" diyeceksin. Hemen yanıtlayayım: İnan bu kadar masraf yapıp emek ve zaman harcadıktan sonra Karl Meydanı'nda yemek yiyip, Opera Binası'nı görmeyi kendime bir borç bilirim de ondan.
Biz onlar rahat etsin diye tüm kapıları açalım, ama konu üç beş günlük seyahate gelince Avrupa bize mırın kırın etsin olacak iş mi?
Her şey, Avusturya'ya ufak bir tatil için gitmek istememle başladı. (Avusturya izlenimlerimi kısmetse bir başka yazıda ele alacağım.)
Biz planları yaptık, uçak biletlerini aldık, otel rezervasyonlarını hallettik, tren bileti, gezilecek yerler listesi derken geriye minicik, ufacık, kafaya bile takılmayacak bir detay kalmıştı: Vize!
İşler yoğun, biz bir vize danışmanından destek alalım da işlemler hızlıca bitsin diye kafamızda pembe hayaller kuraduralım, vize danışmanı "Hangi ülke için vize alacağız ?" sorusuyla başladı. Buraya kadar her şey yolundaydı ,sıkıntı yok. "Avusturya" dedim. "Başka ülkeye gidin." dedi. Buyur buradan yak. Uçak bileti aldım başka ülkeye nasıl gideyim? Avusturya'dan vize almak deveye hendek atlatmak tadındaymış. "Olsun." dedim, zoru severiz biz. Ayrıca alt tarafı bir vize iki evrak toplamak ne kadar zor olabilir ki?
Banka hesap cüzdanlarından tutun, çalıştığım iş yerinin ticaret sicil gazetesinde ki yerine kadar hiç bir detayın atlanmadığı uzun bir liste verildi elime.
Yalnız; vatandaşlık, göçmenlik, ülkeyi nüfusuma geçirmek gibi bir talebim yok. Ben sadece Viyana'yı gezeceğim, bir kaç fotoğraf çekeceğim, Viyana hatırası hediyeliklerimi alıp döneceğim diyorum ama değişen bir şey yok. Viyana'ya gitmek istiyorsan evraklar eksiksiz olacak. Gelmiş kadar oldum diyeceğim, sonra vize hariç her şeyi çözdüğüm aklıma gelince bu düşünceden vazgeçtim ve fotoğrafçının yolunu tuttum.
Bir kere fotoğraf fazlasıyla mühim. Kulaklarınızın tam olarak görünmediği ya da Allah muhafaza gülümseyerek vereceğiniz bir poz ne hikmetse tanınırlığınızı ortadan kaldırıyor. O yüzden siz, siz olun yurt dışına giderken, kriterlere uygun olarak; suratsız, şekilsiz ve baktıkça "Ben buna benziyor muyum acaba?" diyeceğiniz bir fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin.
Sırada "Niye geldin?, Kaç gün kalacaksın?, Kaldığın sürede masraflarını kim karşılayacak?, Nerede kalacaksın?" sorularını cevaplayacağım kompozisyon var. Yani diyor ki ülkeme yerleşip bir dönerci zinciri kurmayacağına dair beni ikna et. Dönerci değil de belki zeytinyağlılar üzerine olabilir! Bir hafta da yeterli zaten. Hem yerleşirim, hem de dükkanı açarım, oh ne ala memleket! Şaka şaka, yahu sadece gezeceğim ve sonra döneceğim tıpkı eskiden olduğu gibi...Neyse bunu da yazdık mı işler biter mi? Elbette hayır.
Parmak izi sırası, evraklara; bir kısmının Türkçe, bir kısmının İngilizce, bir kısmınınsa Almanca istendiği son şeklin verilmesiyle çileli bekleyiş süresi ve akıllarda ki malum soru: " Artık lütfedip vizeyi verecek misiniz?"
İki hafta sonra olumlu yanıtladılar. Ama bu yarım ağız gelsen de olur, gelmesen daha iyi olur tavrına alınmadım değil sevgili Avusturya. "Madem bu kadar alındın niye geldin?" diyeceksin. Hemen yanıtlayayım: İnan bu kadar masraf yapıp emek ve zaman harcadıktan sonra Karl Meydanı'nda yemek yiyip, Opera Binası'nı görmeyi kendime bir borç bilirim de ondan.
Son Güncelleme: 05.03.2017 11:59