MUZAFFER GÜLBAY
Yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri Miladi Takvim’in benimsediği ülkemizde yılbaşı ile, miladi yılın ilk ayının ilk günü olan 1 Ocak kastedilir. Yılbaşı kutlamaları denilence eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31 Aralık / 1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte bunun Noel Bayramı ile ilgisi bulunmaktadır. Batı’da Miladi takvimin başlangıcını esas alarak Hz. İsa’nın doğum tarihi esas alınmış ve bu giderek diğer ülkelerce de benimsenmiştir. Bu bakımdan Hıristiyanlar kiliseye giderken ayrıca birbirlerini ziyaret ederek hediyeleşirler. Dini bir atmosfer içinde geçen Noel Bayramı akabinde ise yeni yıla giriş büyük bir çılgınlıkla lüks ve israfla kutlanır. Toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda; yılbaşı kutlaması adı altında düzenlenen eğlence ve toplantılar ise hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan Hıristiyan olmayan Müslüman ülkelerde yılbaşı kutlamaları batının körü körüne taklit edilmesi olarak değerlendirilebilir.
Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamaları ile ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır. Yoksa Hicri Yılbaşı da Miladi Yılbaşı da birbirlerine dini yönden üstünlükleri bulunmayan ve zaman ölçmede esas alınan iki ayrı başlangıç noktasıdır. Hatta Müslümanların Hz Peygamber’in Hicreti esas alan Hicri Takvim yerine Hz İsa’nın doğumunu esas alan Miladi Takvim kullanması ve yeni yılın başlaması sebebiyle tebrikleşip birbirlerine iyi dileklerini ifade etmeleri tek başına ele alındığında sakıncasız görülebilir. İslam’daki bazı hükümler açısından ayların ve yılların, kameri yanı ayın hareketlerini esas alan takvimle hesaplanmasının önem taşıyor olması ile bu konunun birbirlerine karıştırılmaması gerekir.
Ancak Hz Peygamber’i n Müslümanlara diğer topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç- sakal, kılık / kıyafet, yeme – içme adabı da dahil pek çok tavsiyede bulunduğu düşünülürse yılbaşı kutlamalarının sıradan bir kutlama olarak algılanması ve tabii karşılanması mümkün olamaz. Aksine toplumumuzda kültürel tahribata, kimlik bunalımına yol açtığı, yeni yetişen kuşaklarını kendi öz değerinden ve geleneklerinden kopartıp batının önce hayat tarzına alıştırdığı , sonra da değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsenmeye götürdüğü dikkate alınırsa yılbaşı kutlaması terk edilerek kendi kültür ve değerlerimizden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetlerin yerleşmesine çalışmasının önemi ortaya çıkar.
Günümüz toplumların kültürel değerlerini hatta itikadi ve ahlaki eğilimlerini, sahip olduklarını hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkanı iklim ve çevre, eğitim, örf, adet gibi ilk bakışta konu ile ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilenmekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki Müslüman – Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün, batının kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve adetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılabilir. Bunun için alınabilecek bir önlem de kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve adetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Burada toplumların çekirdeğini oluşturan ailenin inancı, adet ve değerlerinin aktarımı açısından vazgeçilmez bir kurumdur. Yeni nesillerin sevgi, şefkat ve merhametin hakim olduğu huzurlu bir aile ortamında yetişmeleri fevkalade önemlidir. Yüce Allah Kuran’da sağlıklı nesillerin yetiştirilmesini ailenin temelini oluşturan eşler arasındaki sevgi ve merhameti varlığının delillerinden kabul eder. Peygamber efendimiz, sürekli ailenin önemine dikkat çekmiş, aile bağlarının güçlü oluşu yukarıda dikkat çektiğimiz tehlikeyi bertaraf edecektir. Sosyal örgünün çok sağlam olması dini değerlerin korunması yozlaşmayı; sosyal bozulmayı ve dengeyi sağlayıcı bir işlevi olacaktır. Bugün yaşadığımız dünyalaşma iki dünyanın varlığından habersiz bencil ve bireyselleşme toplumumuzu ayrıştırmakta, batılılaşma denen o hastalık birlik ve beraberliğimizi bozmakta hasta dünyanın oyunlarına alet olmakla tehdit altındayız. Ey toplumumuz titre ve kendine gel. Tehlikeyi gör. Kardeşinle bütünleş. Gelecek tehlikeyi hep beraber boşa çıkaralım. Birliğimiz ve beraberliğimiz daim olsun. Kur’an ve sünnet rehberimiz olsun..