2000’li yılların başıydı. Atölyemi yeni açmış, sanat hayatıma ilk adımlarımı atmaya çalışıyordum. Ara sıra atölyeme uğrayan Çorum’da askerliğini yapan bir gencin sayesinde Gülseren Sönmez’in methini duydum. Ve kataloğuna ulaştım. Sanat hayatına ne kadar çok sergi ve sanatsal faaliyetler sığdırmıştı ki kendimi düşündüm. Sanat hayatına başlamak için yıllarca çocuklarımı büyüteyim, iyi anne, iyi eş, iyi evlat olayım derken bir çok şeye geç kalmıştım. Gülseren Sönmez’in kendini tamamen sanata adadığını düşünmüştüm. Oysa ki hiç öyle değilmiş. O da benim gibi yıllarca öğretmenlik yapmış iki kız evlat yetiştirmiş. 17 yıl boyunca hasta yakınlarına bakmış. Felç geçirmiş eşine, kayınvalidesine, trafik kazası geçirmiş felçli kaynının oğluna, kanser olan annesine, kısa bir süre de yengesinin bakımını üstlenmiş Bu dönemi kendisi şöyle dile getirdi
“Hastalarımın ihtiyaçları için sabahlara kadar başuçlarındaydım. Uyanık kalabilmek için çareyi resimde buldum. Ben bir yandan hastalarımla ilgilendim, bir yandan resim yaptım. Her gün birkaç saatlik uykularla güne başlıyordum,” Çok şaşırmıştım. Mücadeleci, çok güçlü, bir o kadar da insani yönü kuvvetli, yardımsever bir kadın sanatçıyla karşılaşmıştım.
1960 yılında öğretmen okulunda birinci sınıfta ebru sanatına ilgi duymaya başladığını, öğretmen okulunda okuduğu üç yıl boyunca iş bilgisi atölyelerinde sık sık ebru yaptığını, o yıllarda neft, gaz yağı, tinerle incelttikleri yağlı boyayı nişastalı su yüzeyine serperek ebru yaptıklarını, bu ebrularla kendi diktikleri kitapları kapladıklarını anlattı.
Daha sonraları geven (keven) kitresini eritmeyi öğrendiğini, toprakları ezerek incelttiğini, içine öd katarak olgunlaştırıp boya haline getirdiğini, anlattı. Telefonda tanıştığım Gülseren Sönmez adlı bu sanatçıyı çok sevmiş, anlattıklarından etkilenmiştim.
Gülseren Öğretmen, yeni sergi hazırlığı için yardıma ihtiyaç duyduğunu anlatıyor, beni çağırıyordu. Hiç tereddüt etmeden bu çağrıya cevap verdim. Bunca insana bakmış bir insana yardım etmeyi görev kabul ettim. Ankara’ya gittim. Üç gün boyunca çalışmalarını toparladık, ve sergiyi açtık. Yıllardır devam eden dostluğumuz temelleri o üç gün içinde atılmıştı. Kendisiyle oluşturduğumuz doyumsuz sohbetler sırasında Çorumlu olduğunu öğrenmek en büyük sürpriz oldu.
- Gülseren Abla, ebru sanatı senin için ne ifade ediyor?
- Ebru sende olduğu gibi bende de aşk, sonu gelmez sevgi, özgürlük, var oluş, beni bütünleyen, hayat. O sevgi bana iki tane ebru kitabı yazdırdı. İlki, 2007 yılında İnkılap Yayınevi’nden çıkan Gelenekselden Günümüze EBRU. Ardından senin yardımınla Çorum Belediyesi tarafından basılan Ebru Sanatında Yeni Yaklaşımlar. Her iki kitap da benim göz bebeklerim. Birincisini 12 yıl araştırmadan sonra yazdım. İkinci kitabı yazmak birinciye göre daha kolay oldu. Yine de çok araştırdım. 1837 yılında Berlin’de doğmuş, Rusya’da 60 yıl boyunca Türkoloji konusunda araştırma yapmış Türkolog Vasili Radlof’un Anov kazılarında bulmuş olduğu keçe üzerindeki ebrulara ikinci kitabımda yer verdim. Bu buluşla, ebrunun yapılışı MÖ 500’lü yıllara çekilmiş oldu.
Bu kitapta ebru konusunda 1500 ve 1587-89 yıllarında araştırma yapmış seyyahların araştırmalarına yer verdim. Böylece ebru tarihi yeni bir boyut kazanmış oldu. 1587-1589 yılları arasında İstanbul’da bulunan Reinhold Lubenau Almanya’da yazdığı Reinhold Seyahatnamesi (Osmanlı Ülkesinde 1587-1589 1.Cilt Reinhold Lubenau) adıyla yayınladığı kitabında “Türk Kâğıdı Ebru’yu ilk anlatan kişidir. Süheyl Ünver’in dediği gibi o yıllarda Beyazıt ve çevresinde yüzlerce sanat atölyesi mevcuttu. İki yılını (1587-1589) İstanbul’da geçiren bir seyyahın bu atölyelerde ebruyu ve ebrucuları tanıması doğaldı. 1608 yılında vefat eden Mehmet Şebek Efendi’yi de tanıması ihtimal dâhilindedir.
George Sandys, 1610 yılında başlayan “Bir Seyahat” adlı kitabının 72. sayfasında Türklerden şöyle söz etmektedir: “Kâğıtlarını garip bir şekilde süslüyorlar. Bu kâğıtların kalın ve büyük kısmı renkli desen ve beneklerle boyanıyor. Bunu suyun içine batırma seklinde yapıyorlar.”
Sir Fransisco Bacon, ilk baskısı 1627 yılında yapılan“Sylva Sylvarum” adlı kitabında şu gözlemde bulunuyor: “Türklerin kâğıdı desenleme konusunda bizim kullanmadığımız güzel bir sanatları var. Çeşitli renklerdeki yağlı boyaları damarlar halinde suyun yüzeyine döküyorlar. Sonra suyu hafifçe hareketlendiriyorlar. Belirli kalınlıktaki kâğıdı suyla ıslatıyorlar. Kâğıt boyanıyor ve mermer gibi damarlarla desenleniyor. ”Böylece ebru sanatı, Avrupalılar tarafından Türklerin yaptığı Mermer Kâğıdı Sanatı olarak kabul ediliyor. Bazı kaynaklara göre, Türklerden ithal edilmiş ebru kâğıdının 16.yüzyıl sonlarında ilk olarak Hollanda’da kullanıldığı ve 1630’lu yıllarda üretilmeye başlandığı görülmektedir. 1655 yılında İngiltere’de ebrunun ciltçilikte kullanıldığına dair kanıtlar vardır.
XVIII. yüzyılın ortalarına kadar, Fransız, İtalyan ve Almanların tekelinde olan ebru, daha sonraları gittikçe yaygınlaşmış̧, XIX. yüzyıldan sonra İngilizler tarafından da yapılmaya, önemli örnekler verilmeye başlanmıştır. Günümüzde bile muhasebe defterlerinin kenarlarında görülen taraklı ebrular bu dönemde yaygınlık kazanmıştır.
Tarihimizdeki ebruculara ve ebrulara yer vererek Ebru Sanatında Yeni Yaklaşımlar kitabımın tarihçesini zenginleştirdim. Ayrıca, Türkiye’de ve dünyada ebruya yenilikler getirmiş günümüz 86 ebru sanatçısına yer verdim. Bu kitap ebru konusunda tarihe bir belgedir. Bu kitabı oluştururken, günlerce internette araştırmalar yaparak, telefonlar ederek sen bana yardımlar ettin. Amacın, bu ebru kitabının oluşumuna katkı sağlamaktı. O günlerde saatlerce telefonlaşıyor, tartışıyor, kitaba katkı verecek ebru sanatçılarını araştırıp tespit ediyorduk. Sanatçıların telefonlarını bularak konuşmamızı sağlıyordun. Bu araştırma aylarca devam etti. Sonuçta, ebru sanatı ve sanatçıları araştırmamızın içinden yüzümüzün akıyla çıktık. Sözün özü bu eser, benim kadar senin de…
- Yazarı olduğun ebru kitaplarının yankısı nasıl oldu?
- Gelenekselden Günümüze EBRU kitabımın üniversitelerde okutulması benim için her zaman mutluluk verici oldu. Bu kitap dünya ebrucularının araştırma ve ebruyu öğrenme kitabı da oldu. 2016’da ziyaretime bir Rus genç gelmişti. Profesörlük tezi ebru sanatı üzerineydi. Araştırdığı, kaleme almış olduğum Gelenekselden Günümüze EBRU kitabımdı. Ebru sanatının dünyaya yayılabilmesi için, yıllar içinde edinip biriktirdiğim değişik tarihli ebru örneklerini kendisine armağan ettim. Bu kitapta klasik ebruyu anlatırken ebru sanatına getirdiğim yenilikleri manzara, portre, nü, hayvan motifleri, vazoda çiçekler, sürrealist konulu, dalgalı ebruya katkılarımın görsellerini de hediye ettim. Bu kitabı kendi dillerine çevirmek için ricada bulunan Hollandalı, Polonyalı, Amerikalı pek çok ebrucu oldu.
Klasik ebruya ilk tanıdığımda hayran olmuştum. Ama bu güzel sanat sadece kitapların dış ve iç kapaklarını, mıkleplerini süsler durumda kalmamalıydı. Bir sap, bir çiçek olmaktan çıkmalı, yerinde saymamalıydı. Ressam olmam nedeniyle de aklım, fikrim beni hep su yüzeyinde resim yapmaya itiyordu.
Klasik ebrunun yanı sıra onun olanaklarından faydalanıp ebruda resimler yaptım. Ebruyu bozmuyor, yenilikler getiriyordum. Ebru Sanatında Yeni Yaklaşımlar bu şekilde ortaya çıktı. Son yıllarda ebruya yenilik getirenler çoğalmıştı. Yenilik getirenlerden biri de sensin Nilgün Ayşecik Çevik. Tuval, kanvas tuval, deri üzerine ebru alarak ebruyu plastik sanatlara resim olarak kabul ettirdin. Bu kabul ettiriş ebru sanatı için bir adımdı. Artık ebru zanaat değil sanattı.
- Klasik ve modern ebru sanatının gelişimi nasıl oldu?
- 1973 yılı ilk ebru sergimin açıldığım yıldı. İlk ebru sergimde nüler, portreler, atlılar vardı. Atlılar televizyonda izlediğim filmin, su yüzeyinde ebru tekniği ile anlatımıydı. İlk ebru sergim, resimseldi, konuluydu.
O günlerde bilincinde olmadığım, sonradan fark ettiğim bir oluşum vardı. İlk kez Kumlu Kılçıklı Ebru yapıyor, üzerine de figür koyuyordum. Kumlu Ebrular her zaman çok mutlu etti. Kumlu Kılçıklı Ebru deyimini, Dalgalı Ebru, Portre Ebru, Nü Ebru, Manzara Ebru, ve Hayvan Motifli Ebru kavramlarını bu kitabımda işledim. Beğeniyi de, tepkileri de 1973 yılı sergimle yaşadım. Bu sergim ebruda farklılaşmayı topluma ilk duyurandı.
En büyük farklılaşmalar ve gruplaşmalar da ebru kitabım yayınlandıktan sonra oldu; Ebrucular, “klasikçiler” ve “modern ebrucular” diye ayrıştı. Facebook’lu yıllarla birlikte ebruya katkılarımı yayınlama imkânı buldum. Ebruya getirdiğim yeniliklerin ebrucular tarafından benimsenip yayılmasından büyük mutluluk duydum. Bu durum bir miktar da taklit edilmeme neden olmuştu.
Ebru sanatında ilk zamanlar beni izleyenler olduğu gibi bana karşı çıkanlar da oldu. Karşı çıkanlar zamanla yeni bir tarzı benimsediler, modern ebruya yöneldiler. Günümüzde, klasikçilerde modern ebruyu deneme yolunda. Gelişmelerden çok mutluyum. Son yıllarda farklılıklara yenilikler katan ebrucuların çoğalması bu kitabı yazmama ilham kaynağı oldu. Bu nedenle yeni kitaba ihtiyaç duyarak yenisini oluşturdum. Çünkü son yıllarda ebruya yenilikler getirenler çoğaldı da çoğaldı. Yenilik getirenlerden biri de sensin. Tuval üzerine ebru alarak ebruyu plastik sanatlara resim olarak kabul ettirdin. Bu kabul ettiriş ebru sanatı için büyük bir adımdı. Artık, ebru zanaat değil, sanattı.
- Ebrunun sanat dünyasındaki yeri ne olacaktır?
- Ebru, gücünü sudan alır. Su, dünyanın en büyük enerjisi ve güç kaynağıdır. Dünyadaki elementlerin en güçlüsüdür. Ateş, su, toprak, hava, bir de ruh. Çünkü su içinde ateşi de, toprağı da, havayı da taşır. Su dağı, taşı önüne katar, sürükler, en güçlü ateşi söndürebilir.
Su muazzam gücünü ebruya da aktarır. Suyun ruhu, dolayısıyla hafızası vardır. Su öğrendikleriyle ebru sanatçısına da yön verir, onu mutlu eder. Sanatçısına kızarsa onu cezalandırır; küser, farklılaşır, kitresinin kimyasını değiştirir. O nedenle suyu küstürmemek, kötü enerji ile teknenin başına oturmamak gerekir. Su, ruhsal sıkıntıları olanları rahatlatarak tedavi uygular.
Ebru sonsuz güzelliktedir, enerjisi yoğundur; görsel şölen sergiler. Ebruyu izleyen kişilerin ruhları, o anda, o ortamdan uzaklaşır, ruhsal doygunluk ve zenginlik içine girer. Su yüzeyindeki boyaların dansı, izleyeni mutlu ederken, sanatçısını da sonsuz güzelliklere taşır. Bu durum ruhun doyması olgunlaşmasıdır. Sanatçısı ile ebru veya rengi-su arasında oluşan iletişim, bir nevi semadır, zikirdir. Ruhunda aşk ateşi yanan kişi her türlü vesileye sarılır.
Aşk varsa söz de güzeldir, beste de, resim de, şiir de, ebru da rengi - su da. Aşk varsa; aşkla halvete erilir. Yapılan eser bal seker olur. Topluma sunulur. Sanatçı aşkı yaşıyorsa çıkan eser sanat olur. Yıllara kalır. Müzeleri dolduran eserler bu aşkın sonunda ortaya konulanlardır. O eserler artık sanatçılarından çıkmış, toplumlara mal olmuştur. Bir de klasikleşmişlerse, yüzyıllara, binyıllara kalırlar.
Nasıl ki kübizm ve modern sanat, Afrika totem sanatından doğmuşsa, ebrunun da dünya sanatını farklı bir yöne yönelteceğine, çağdaş resmi oluşturacağına yürekten inanıyor, “yolun açık olsun ebru sanatı” diyorum.
Halklar ve uygarlıklar yalnızca kendi yaşadıkları dönemleri değil, geleceğin dünyasını da değiştirebilirler. Uygarlıklar da tıpkı insanoğlu gibi doğar, büyür, ölür; ancak bazı uygarlıkların izleri asla silinemez. İnsanlar, geçmişlerini merak edip var olduğu toplumun ayak izlerini bir miktar geriye taşıyabiliyor, ama gidebildiğimiz nokta bize çok büyük bir zaman dilimi gibi gelse de acaba yeteri kadar geriye gidebiliyor muyuz? Bu konunun araştırılması gerekir.
Ebrucular gece gündüz çalışarak ebruya yenilikler kattılar, güzelleştirdiler. Son yıllardaki tanık olduğum yeniliklerin getirdiği güzellikler kayda geçmeliydi. Bu amaçla başladığım yolculuk beni çok heyecanlandırdı.
Geçmişi yüzyıllara dayanan ebru sanatında çok çeşitli malzemeler kullanılmaya başlandı. Toprak oksit boyaların yanı sıra kimyasal boyalarla kumaşlar ve çeşitli zeminler boyandı. Suminagashi tekniğine önem verildi ve yoğunlaştırılmamış “SU” yüzeyinde eriticisi yağ olan boyalarla çeşitli ebrular yapıldı. Bu ebrulara da Rengi-Su/Ebru-Sumi adı verildi.
Kimi sanatçılar kâğıt, tuval, kanvas tuval, tahta üzerine aldıkları ebruların üzerine yağlı boya, pastel, çeşitli kalemler gibi malzemelerle figürler koyarak ebruyu zenginleştirdi. Kimi sanatçılar da eriticisi yağ olan (gaz yağı, neft yağı, tiner) (yağlı boya, seramik, çini, fayans boyaları) çeşitli yüzeyler üzerine ebru aldılar ve vücut boyama boyalarıyla da insan bedenini boyadılar. Bu kişilerin başında Kubilay Dinçer gelir.
Geçmişi yüzyıllara dayanan ebruya son yıllarda getirilen yeniliklerle 21.yüzyılın EBRU ZAMANI olacağına, 21.yüzyıl sanatına ebrunun çok büyük dinamizm getireceğine inanıyorum. İnancımın en büyük ispatı da son yirmi yılda ebruda kat edilen yoldur. Ebruda yeniliklere gönül veren arkadaşlarımızın çabası, onların çabaları ile yeni yetişen ebrucular ve meydana gelen harika ebrular. Bu çalışmalar yüreklenmeme, yeni bir ebru kitabı hazırlama duygusu geliştirmeme neden oldu.
Ebruda Sanatında Yeni Yaklaşımlar kitabımızda soyut ve sürrealist ebrular ararken, çiçek ebrularda da farklılaşmalara katkısı olan arkadaşlarımızın aramıza katılmasından mutluluk duyduk. Böylece birkaç konu başlığı altında topladığımız kitabımız 240 sayfaya ulaştı.
Esas amacımız, ebruyu ve ebrucuları tanımak ve tanıtmaktı. Ebrunun genetiğini çağa hediye etmekti. Yaşadığımız çağa ayak uydururken amacımız içimizdeki özü, sönmeyen ateşi bulmak, o ateşten çıkanları sergilemekti.
Sanatçılar yasamın duygu kaynağıdır. Sanat ise her şeyi sorgular. Eserlerin değerini zamanın vereceğine hiç şüphe yoktur.
RÖPORTAJIN DEVAMI YAKINDA…
Röportaj: Nilgün Ayşegül ÇEVİK