Terasta demledim çayımı ve yüreğimi,
Çayla birlikte hasretler demledim içimde,
Şeker atmadım çayıma, nedense…
Martılar misafirimdi.
Başımı eğdim… Hafif esen rüzgâra,
Sırtımı dayadım duvara, düşündüm geçtiğim yolları…
Çocukluğumun, gençliğimin ve bütün ömrümün,
Resim sergimi izledim retinamda… Görsel şölendi adeta…
Zaman zaman acı tablolar vardı, paha biçilmeyen…
Hasretle birlikte,
Çok sevdiğim hatmi çiçekleri açtı yüreğimde.
Batmak üzere olan güneş uyandırdı beni… Hey!
Ben gidiyorum, ya sen?
İrkildim… Şöyle bir savurdum gökyüzüne saçlarımı.
Sordum güneşe. Ay ışığı, gelecek mi?
Yere iner mi gökteki yıldızlar?
Gelmez olur mu? Az kaldı yüzünü çevirmeye,
Ya bugün;
Sen de, sen de kaybol ay ışığı dersem,
Kırılır mı bana?
Oysa kuşlar da bağlıydı gökyüzüne,
Uzattım ellerimi selam ettim gidenlere, geleceklere…
Bulutlar giden güneşi uğurluyorlardı.
Rengârenk. Kızıl, mor, mavi, beyaz bulutlar…
Güneş’i doğarken, karşılamak için burada olacaklarına söz veriyorlardı.
Yaşam yolunda tanıdıklarım, tanıyacaklarım, anılarımı inşa etmek için çabalayan işçiler gibilerdi.
Yaşam trenimin saate kaç kilometre yaptığını bilmeden,
Hızla geçiyorum bütün duraklardan…