Çoklu baro tartışmaları üzerinden oluşan gündem; hukuk devletinin ve bağımsız yargının ruhuna Fatiha okumak üzere gelinen son noktadır. Çoklu baronun ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen bir Fetö projesi olduğunu biliyorduk; ancak bu Fetö aklının aynı zamanda kimlerin gizli ajandası olduğu ayrıca sorgulanmalıdır. Tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek vatan diyerek rabia işareti yapan bazı kişilerin diğer yandan çoklu baro savunmaları her şeyden önce tek devletin, yani üniter devletin altına dinamit koyarak ülkeyi eyaletlere bölmenin bir başka adımı olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen bir değişiklikle; bu güzel ülkenin vatandaşlarını ittifaklar adı altında karpuz gibi ortadan ikiye bölen bir rejime sahip olduk. O dönemde de bu hükümet sisteminin bir Fetö projesi olduğunu vurgulayıp durmuştuk. Biliyorsunuz bu rejim rabia işaretleriyle teklik vurgusuyla, bir olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız sloganlarıyla getirildi. Ama ne yazık ki birlik vurgusuyla birleştirilen sadece yasama, yürütme ve dahi yargı kuvvetleri oldu. Teklik vurgusu ile de tek adamın yetkili olduğu bir rejim yaratıldı. Montesquieu’nün o ünlü sözüyle ifade edersek; “Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde Anayasa yoktur.” Çünkü anayasalar devletin erklerine karşı insan hak ve özgürlüklerini denge denetim mekanizmalarıyla güvence altına alan belgeler olup; kuvvetlerin birleştiği rejimlerde de insan hak ve hürriyetleri keyfiliğin tehdidi altındadır. İşte bu yüzden yargının, yasama ve yürütmeden bağımsız olmadığı yerde gerçek anlamda anayasal bir rejimden söz edemeyeceğimiz gibi; hukuk devleti de ölümcül hasta demektir.

Maalesef bugünkü çoklu baro tartışmaları bu ölümcül hastanın cenazesini kaldırmanın tartışmasıdır. Zira hukuk devleti ile temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı anayasal bir rejimin olmazsa olmazı devleti oluşturan üç erkin (yasama, yürütme ve yargının) yani kuvvetlerin ayrılığıysa; üniter devletin olmazsa olmazı da devletin bütün unsurları, ülkesi, milleti ve erkleriyle bölünmez olmasıdır.

Kuvvetleri birbiriyle birleştirmek hukuk devletini; kuvvetleri kendi içinde ayırmak ise üniter devleti ortadan kaldırır. Avukatlar yargı erkinin kurucu unsurudur, baro anayasal bir kurumdur ve hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumakla görevlidir. Avukatlık Kanunu’nda avukatlık yargının kurucu unsuru ve bir kamu hizmeti olarak tanımlanırken; Türk Ceza Kanunu’na göre de avukatlar, hakim ve savcılar ile aynı şekilde “yargı görevi yapan” olarak tanımlanmaktadır. Muhakeme diyalektiği içinde tezi (iddiayı, savı) savcı, antitezi (savunmayı) avukat, bunların sentezini (yargıyı) ise hakimler (yargıçlar) yerine getirir. Hakim, savcı ve avukatların birbiriyle birleşmesi de tıpkı yasama, yürütme, yargı kuvvetlerinin birbiriyle birleşmesi gibi hukuk devleti ile de, insan haklarına dayanan gerçek bir demokratik anayasal düzen ile de bağdaşmaz.

1961 Anayasası döneminde ayrı olarak düzenlenen yüksek hakimler ve savcılar kurulları 1982 Anayasası ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adıyla birleştirilerek bu sakıncalardan biri gerçekleştirilmişti. İşte hukuk devletinin tabutuna çiviler yakın tarihimizde tek tek böyle çakıldı. Her değişiklikle ayırmamız gerekenler birleştirildi, birleştirmemiz gerekenler ayrıldı. Şimdi ise baroları ayırmak yani çoklu baro önerisi, devletimizin üç erkinden biri olan yargı erkinin üç sacayağından birini kendi içinde bölerek hem hukuk devletinin, hem de üniter devletin tabutuna çakılacak son çividir. Ondan sonra tarikatı, cemaati, iktidar yandaşı, muhalifi, bölücüsü, etnik siyasetçisi tek tek ayrı ve paralel barocuklar kurduğunda ve vatandaşlar hakkını aramak için hakimlerin/savcıların siyasi görüşünü sormaya başladığı gibi avukatların barosunu sorgulamaya başladığında; hukuk devleti ve üniter devleti korumak için savunulacak son mevzi de çoktan kaybedilmiş olacaktır.

Son olarak baroların çoklu baroya hayır diyerek hukuk devleti ve üniter devlet için mücadele vermek noktasındaki duruşlarına ilişkin hak teslimi, takdir ve eleştirilerimi sıralamak istiyorum. Çoklu baroya hayır denilirken ve bunun için yürüyüş gerçekleştirilirken; Halk televizyonu gibi bazı muhalif kanalların bu yürüyüşü HDP yürüyüşüyle aynı cümlede geçirerek ve yürüyüş ortak noktası üzerinden haberleştirmesi sadece çoklu baro isteyenlerin algı yönetimine hizmet eder. Yine bazı baro başkan yardımcılarının, “son yerel seçimdeki gibi mücadele” vurgusu, çoklu baroya hayır mücadelesinin muhalefet partileriyle aynı konumda ve hukuki değil siyasi bir mücadele olarak algılanmasına yol açar. Yine CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun tweet atarak İstanbul Barosu’nun eylemine destek çağrısı yapması, siyasi değil hukuki ve ilkesel olması gereken mücadeleye sadece zarar verir.

Çoklu baroya karşı duruş İyi Parti gibi milliyetçi ve sağ siyasi çizgideki partiler dahil bütün siyasi partilere eşit mesafede durarak çözülebilir. Bu da ancak üniter devlete vurgu yapan, yani hem gerçek tehlikeyi ortaya koyup, hem de algı oyunlarını 180 derece tersine çevirip bozan bir duruşla mümkündür. Bu noktada Samsun Barosu’nun, çoklu baro önerisinin üniter yani tek devlet için yaratacağı tehlikeye vurgu yapan slogan, duruş, sorgulama ve paylaşımlarını alkışlıyor, bu duruşu Samsun’un Kurtuluş Savaşı’mızın başlaması noktasında çok özel bir şehir olması olgusuyla da birlikte düşününce, her şeye rağmen umutlanıyorum. Umarım yanlış hesaplar Samsun’dan döner!

Son Not: Hemen herkesin kendine demokrat ve kendine Müslüman olduğu; muhalifken veya işine geldiğinde demokrat olup, iktidara gelince demokratik ilke ve değerleri unuttuğu ülkemizde; barolardaki baronluklardan kurtulmak için elbette ki Türkiye Barolar Birliği delege seçiminde nispi temsil gibi konular tartışılabilir. Zira Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesi baroların hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak görevini vurgulamakla kalmaz; baroların çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdürmeleri gereğini de vurgular. Ne var ki bazı partilerin milletvekilliğine sıçrama tahtası gibi görülen bazı barolarımızda ilkeden söz ederken ön seçim yapmaktan kaçınanlarını, eylem çağrısında avukatlara mecbursunuz diyen ve talimat verenlerini de gördü bu gözler! “Tıpış tıpış” kafası halen CHP’nin başında olabilir belki ama siyaset üstü bir kurum olan İstanbul Barosu’nun üyesi avukatlar sadece kendi vicdanlarından talimat alıp hukuken ve ahlaken doğru olanı doğru şekilde savunacaklar ve olmaları gereken yerde olacaklardır. Buna inancım tamdır!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
rüstem karabatak 2020-07-05 09:53:38

1982 Anayasası m. 135 – Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.
Bu maddeye göre, iki baro anayasaya da aykırıdır. Aynı meslek mensupları için iki ahlak, iki ayrı menfaat, aynı neviden iki müşterek ihtiyaç, olamayacağından anayasaya aykırıdır! Ayrıca anayasaya göre meslek mensuplarının birbiriyle ve halkla olan ilişkilerini nasıl iki elden yöneteceksiniz.. Ayrılan insanların bir biriyle ilişkileri bozulan evlilikler benzeri husumi bir münasebet olacaktır şüphesiz..

banner72