Geçtiğimiz 10 Kasım günü ‘KOÇ’ tarafından verilen bir ilan, sosyal medyada çokça tartışıldı. İlanda Atatürk kastedilerek, ‘Olmasaydın… Olmazdık’ yazıyordu… Varlığını, gelişmesini Cumhuriyete borçlu bir kurum tarafından verilen bu ilanın elbette hiçbir sakıncası yoktu… Ve de çok doğruydu. Ancak her zaman olduğu gibi Atatürk’e sahip çıkılması durumunda birileri rahatsız oluyor ve tepki gösteriyordu.
Bu kez de öyle oldu ve tepki gecikmeden geldi… Ne oldu? Hemen bazı gazetelere… ‘Olmasaydı da olurduk’ şeklinde bir ilan verildi… Sorun, olup olmamak değil… Ne olunup, ne olunmayacağı… Önemli olan da bu… Ne olurduk, nasıl olurduk diyebilmek için biraz tarih bilgimizi gözler onuna sergilemek gerek. Belki ‘nereden geldik ve nereye gidiyoruz’ u daha iyi anlamış oluruz… Yıl 1918…
Yani 1. Dünya Savaşı bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu Almanya’nın yanında yer aldığı için biz de yenilmiş durumdayız… Savaşın galipleri, yani İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD, Romanya, Yunanistan, Japonya) ülkemizi aralarında nasıl pay edeceklerini tartışıyorlar. Bakın o günlerde neler oluyor?
Önce Mondros Ateşkes Anlaşması, ardından Sevr anlaşması imzalanıyor… Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanır imzalanmaz İtilaf devletleri, başta İstanbul olmak üzere memleketin birçok yerine asker çıkarıyor… Mondros Ateşkes Antlaşması’nın koşulları, aynı günlerde imzalanan Bulgaristan, Avusturya-Macaristan ve Almanya anlaşmalarıyla benzerlik gösterir. Stratejik noktaların işgali, ordunun terhisi ve donanma ile cephanelerin teslimi gibi askeri tedbirler, yenilen tarafın savaşa devam edemez hale getirmeye yöneliktir.
Sadece doğu illerinde karışıklık çıkması halinde İtilaf devletlerine buraları işgal etme yetkisini veren 24. madde, Türk ateşkesine özeldir. Bu madde, tehcirden dönecek Ermenilere karşı direniş gösterilmesi olasılığına karşı anlaşmaya konmuş ancak uygulama görmemiştir. Anlaşmada Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlarına ve statüsüne ilişkin bir ifade yoktur.
Ancak İngilizler Suriye cephesinde ateşkesi tam Türk-Arap etnik sınırında kabul etmekle, Osmanlı İmparatorluğu'nun barıştan sonraki sınırlarına ilişkin ilginç bir fiili durum yaratmışlardır. Anlaşılıyor ki emperyalistlerin acelesi vardı… Bu durumda halk padişahın ne yapacağını merak ediyordu ama sadece kendi tahtından başka bir şey düşünmeyen padişah, tepki göstermek yerine onlarla uzlaşmayı seçti…
Bunu gören Mustafa Kemal ve arkadaşları tepki göstermekte gecikmedi… Mustafa Kemal ne yaptı? Önce 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gitti ve arkasından Erzurum… Ardından Sivas Kongreleri’ni yaptı. Sonrasında da Ankara’da toplanan TBMM ile tüm yurtta Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin açılması belirlendi. Kurucu Meclis olarak çalışması düşünülen bu meclisi, Mustafa Kemal, halkın yadırgamaması için ‘olağanüstü yetkilere sahip bir meclis’ olarak takdim etti.
22 Nisan 1920'de yapılan çağrı ile Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü toplandı. O gün, Hacı Bayram Camii'nde kılınan Cuma Namazından sonra topluca Meclis binasına gelindi. Türkiye tarihinde ilk kez padişah olmaksızın, 23 Nisan 1920 'de kurulan yeni Meclis, 1 numaralı kararı ile kendi kuruluşunu düzenlemiştir. Akabinde 1921-1922 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşı ile de vatan toprakları Ermenistan, Fransa, İtalya ve Yunanistan işgalinden kurtarıldı,.
Yani sonuçta yaklaşık 3,5 yılık bir savaş sonunda, düşman yurttan kovuldu… Ardından da Cumhuriyet ilan edildi… Sonrasında da yapılan devrimlerle tek millet olmanın adımları birbiri ardına atıldı… O günlerde yapılan; Harf devrimi başta olmak üzere… Eğitim Birliği…Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması…Kılık Kıyafet ve Şapka Devrimi denilen yasaların tamamı işte bu amacı gerçekleştirmek içindi…
Başta Büyük Atatürk ve bu icraatlar olmasaydı bizler de yoktuk. Veya ya bir İngiliz’in, Fransız’ın veya Yunan’ın tohumundan dünyaya gelmiş birisi olurduk… Bu nedenle, etnik ve dini parçalanmaya doğru gider gibi gözüken bu tehlikeli yoldan bir an önce uzaklaşalım… Çünkü giden maalesef geri gelmez… Vee de iş işten geçmeden Atatürk’ü yok saymayıp hayır ve sevgiyle analım… OLMASAYDI, OLMAZDIK…