İnsanoğlu kültür sayesinde içinde yaşadığı çevreye uyum sağlar. Her toplumun kültürü kendine özgü bir takım niteliklerden oluşur. Sahip olduğumuz norm ve değerler bütünü herhangi bir kültürde aynı ya da benzer bir biçimde olmayabilir. Örneğin Amerikalılar istiridyeyi severek yerler ama salyangoz yemezler. Fransızlar salyangoz yer ama çekirge yemezler.
Museviler balık yer ama domuz eti yemezler. Hintliler domuz yer ama dana eti yemezler. Ruslar ise dana eti yerler ama yılan yemezler. Çinliler yılan yer ama insan yemezler. Buna karşılık Yeni Gine’de yaşayan Yale Kabilesi üyeleri ise insan etini çok lezzetli bulurlar. Görüldüğü gibi kültürel farklılıklar o kadar geniş bir biçimde yer alırlar ki her toplumda aynı biçimde ortaya çıkan bir norm bulmak imkânsız ölçüde zordur.
Bu farklılıklar bazı toplumlar için doğru ve değerli bazıları için ise aptalca fikirlermiş gibi görülür. Ancak, toplumları yakından tanıdığımız zaman kültürün de kalıplaşmış olduğunu görürüz. Örneğin, gelenekler birbirlerini destekleyerek birbirlerine uyumlu olurlar. Bir gelenekteki değişiklik, diğer gelenekleri de etkiler ve değişmeye neden olur.
Örneğin, Hintlilerin nüfusları çok kalabalık, gıda maddeleri çok az olmasına karcın büyükbaş hayvanları özellikle, inekleri kesip yememeleri ilgi çekicidir. Hintliler ineklerin kesilip yenmesine karşıdır, çünkü onlara göre inek kutsal bir hayvandır. Değerli yazar ve antropolog Marvin Harris bu olayı şöyle açıklıyor: ‘Hint tarımı her şeyden önce pulluğu çekmek için öküze ihtiyaç duymaktadır. Öküz ise inekten doğduğundan ve bunun yanında da ekonomiye faydalı birçok ürün verdiğinden inekler çok önemlidir.
Aynı zamanda inekten gübre elde edilir, bu hem tabii gübre olarak tarımda hem de yakacak olarak evlerde kullanılır. İnekler ise ekonomiden çok bir şey tüketmemektedirler. Çünkü bunlar otla beslenir, nerede ot bulsa onu yerler. Buna karşın ekonomiye, ürettikleri ile katkıları çok fazladır. Böylece, kutsal olarak nitelenen ve kesilemeyen inekler Hindistan’da günlük yaşama ve tarıma büyük katkılarda bulunurlar.’ Gerçekten de doğru bir yaklaşım…
Bu görüş aynı zamanda ekolojik bir yaklaşımı da vurguluyor. Bu yaklaşıma göre kültür toplumun varlığını sürdürdüğü genel çevrenin bir toplamı olarak görülür ve bu çevre doğrultusunda analiz edilebilir. Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi kutsal olan inek Hint ekolojisinin önemli bir parçasıdır. Hintliler bu hayvanı yemektense aç kalmayı tercih ederler. Ancak inekleri kesip yediklerinde de aç kalacakları bir gerçektir. Çünkü tarım bu hayvan olmadan gerçekleşemez. Böylece belki kendi kültürümüze ters düşmekle birlikte, diğer bir kültür için bu inancın ne kadar doğru olduğunu görmüş olduk. Bunun gibi bize anlamsız gelen fakat yaşadığı kültür içinde anlamlı olan daha birçok gelenek ve inançlar bulunur.
İletişimin engellerinden birisi toplumlardaki kültür farklılığıdır. Kendi ülkemizde dahi doğu, batı, kuzey ve güneyin kendilerine özgü farklı gelenek ve görenekleri vardır. Özellikle sık yer değiştiren insanlarımız gittikleri yere uyum sağlamak için çaba sarf ederler, hatta öğrenmek isterler.. Yaşam koşulları nedeniyle gittiğimiz yerlerde arkadaşlar ediniriz. Bazıları için arkadaşlık dostluğa dönüşür. Yıllar geçer dostluğun bıraktığı iz silinmez. Gerçek anlamda dost edinmek için fiziki anlamda sürekli aynı yerde olmak gerekmez.
Batılılaşan toplumumuzda bazı öz değerler kayıp olmaya yüz tutsa da insani değerleri yürütmeye çalışan ailelerin varlığı sevindiricidir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı” sözü ne kadar anlamlıdır. Aradan yıllar geçse de, bir arkadaşımız bizi ararsa sanırım mutlu olmayacak insan çıkmaz, coşkuyla konuşur ve mutluluğumuzu dile getiririz. Arkadaşımızın sesini özler onu ararız. Ülkemizdeki gelenek ve göreneklerimiz son derece ulvidir. İnsani değerlerimizi sürdürmek için hepimize önemli sorumluluklar düşer. Aksi takdirde bizlerin de ileride batılı ülke vatandaşlarından bir farkımız kalmamış olur.