Gazete Duvar'da yer alan habere göre TÜİK verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 23 milyon çocuk yaşıyor ve bu çocuklar neredeyse her gün yeni bir ihmal ya da istismar haberi ile gündeme geliyor. Küçük yaşta evlendirilmeye çalışılan, yakınları tarafından cinsel tacize, istismara maruz kalan, suça sürüklenen, ebeveynleri cezaevinde olan ya da ailenin maddi imkansızlıkları nedeniyle bakılamayan, aile içinde sağlıklı bir gelişime, yetişme imkanı bulamayan çocukların bir kısmı Çocuk Koruma Kanunu ile devlet tarafından korumaya alınıyor. Bunların sayıları ise 10 binin üzerinde. 0-18 yaş arasındaki bu çocuklar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Çocuk Destekleme Merkezi (ÇODEM), Çocuk Evleri Sitesi ile Çocuk Evlerine yerleştiriliyor.
Süreç mağdur çocukların, ailelerin, öğretmenlerin ya da mağduriyete tanıklık eden diğer yakınların ihbarı ile başlıyor. Yapılan başvurular kayıt altına alınıyor ve bakanlığa bağlı meslek elemanları tarafından incelemeler yapılıyor. İncelemeler sonunda çocukla ilgili raporlar hazırlanıyor. Mahkemeye yapılan başvuru sonucunda da çocuk hakkında hangi karar alınırsa o yönde uygulamaya geçiliyor. Koruma tedbirleri arasında kuruma yerleştirilen çocuklar olduğu gibi, koruyucu aile yanlarına verilen ya da ailelerin yanında destek gören çocuklar da bulunuyor.
18 YAŞINI DOLDURAN KURUMDAN AYRILIYOR
Kurumlarda kalan çocuklar ise 18 yaşını doldurduğunda buralardan ayrılmak zorunda. Ancak bir istisna var. Eğitim hayatına devam eden çocuklar 25 yaşına kadar yani eğitim hayatı bitene kadar koruma altında kalabiliyor. Bu süre zarfında devlet tarafından yurt ve ekonomik destek veriliyor. Korumadan ayrılan çocuklara Sosyal ve Ekonomik Destek Yönetmeliği kapsamında ekonomik destek tutarının yüzde 40’ı oranında aylık ödeme yapılacağı belirtilmekte. Bu da 380 TL gibi bir paraya tekabül ediyor. Ancak kurumdan ayrılanlar ekonomik desteğe ihtiyaç duyduğu kadar sosyal ve psikolojik desteğe de ihtiyaç duyuyor. Hayata adapte olmaları, barınmaları ve ekonomik olarak geçimlerini sağlama sürecinde ise tek başlarına kalıyorlar.
“ŞİDDET GÖRDÜK”
Ayşe D. ve Dilara L. iki genç kadın. İkisi de uzun yıllar koruma altında bakanlığa bağlı kurumlarda kalmış. Kaldıkları kurumlar yaşadıkları şehirler farklı ancak mağduriyetleri aynı.
Dilara L., babasının psikolojik rahatsızlığı neden ile yedi kardeşi ile koruma altına alındı ve kardeşleriyle farklı yurtlara yerleştirildi. Sekiz yıl boyunca önce kız yurdunda ardından çocuk evinde kaldı. Şimdi 24 yaşında ve çalışıyor. Ama o yılları anımsarken “zor yıllardı” diyor ve şunları anlatıyor.
“Babam ağır şizofrendi. Bir süre sonra bizi tanımamaya başladı. Evdeki eşyaları dışarı çıkartıp yakıyordu. Elinde bıçakla geziyordu. Bize şiddet uygulamaya başlamıştı. Devlet bizi koruma altına aldı. Yedi kardeşimle birlikte ayrı ayrı yurtlara yerleştirildik. Kısa bir süre kız yurdunda kaldım. Sonra çocuk evine gönderildim. Çocuk evinde bize bakan bakıcı ‘abla’lar vardı. Cemaate mensup kişilerle çok fazla muhatap olduk. Yediğimiz yemekten bize verilen harçlığa kadar her şeyimize karışıyorlardı. Kısaca bizim adımıza her türlü kararı veriyorlardı. Mesela arkadaşımız okuldan geliyordu. Ne karşılıyorlardı ne de yemek yapıyorlardı. Hatta bir arkadaşımıza tokat bile atıldı. Evlerde kursa gitmek istediğinizde “ne gerek var?” diye engelliyorlardı. En basit şekliyle katılım hakkımın ihlal edilmesi beni çok üzüyordu.”
Üniversiteyi kazandıklarında devletin burs imkanlarından yararlandıklarını söyleyen genç kadın, “Ben okudum. O nedenle devletin desteğini aldım. Ama eğer okumuyorsanız tabiri yerindeyse kapı dışarı ediliyorsunuz. Nereye gidersen git, kimsenin umurunda olmuyorsunuz” şeklinde anlattı okumayan arkadaşlarının kurumdan ayrılış aşamasını.
“ÇOK BASKI ALTINDAYDIK”
Ayşe D. de üniversiteden mezun olduğunda kurumdan ayrılan çocuklardan. Şimdi 23 yaşında. 14 yıl boyunca kaldığı kurumların psikolojisinde ve karakterinde çok derin izler bıraktığını söylüyor. Çocuk evlerinin kendilerine toplumun birer parçası olduklarını hissettirmek için kurulduğunu ama uygulamada pek de öyle olmadığını söylüyor:
“Personellerin bize yaklaşımlarında sıkıntılar vardı. Bizler farklı çocuklardık.
Deneyimli insanların bizimle ilgilenmesi gerekirken lise mezunu olmayanlar bile vardı. Anlayamıyorlardı bizi. Bizler oyun hamuru gibiyiz ve her gelen sorumlu kendince yoğuruyordu bizi. Cemaat ilişkisi çok fazlaydı. Son dönemlerde dini eğitimler bile almaya başlamıştık. Personelin, kurum müdürünün ideolojisi nasılsa bizi öyle şekillendiriyorlardı. Biz ‘Toplumun bize ön yargısı var’ derken asıl ön yargılı olanlar bizden sorumlu kişilerdi. Bize güvenmiyorlardı ve çok baskı altındaydık. Üniversiteye hazırlanırken bir yıl daha hazırlanmak istedim ama bu baskılara dayanamadım, öylesine bir tercih yaptım ve kurumdan ayrıldım.”
ASIL KİMSESİZLİK ŞİMDİ BAŞLIYOR
İzmir’de üniversite kazandığını ve mezun olup kurumdan ayrıldıktan sonra “kimsesiz” kaldığını ifade eden Ayşe D, “Mezun oldum. Dosyamı bakanlığa gönderdim. Normalde bize iş için yardımcı olmaları gerekiyordu. Ama resmen kimsesiz kaldım. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. ‘Yapabileceğimiz bir şey yok bekleyeceksiniz sıranızı’ dediler. Resmen kapının önüne konuldum. Şu an oradan oraya sürükleniyorum. Sürekli benim adıma karar alındığı için kendi kararlarımı almakta zorlanıyorum. Asıl kimsesizlik kurumlardan ayrıldıktan sonra, şimdi başlıyor. ” diye anlattı şu an yaşadığı hayatı.
“ÇOCUKLAR FUHUŞA YÖNELİYOR”
Kurumların denetimsizliğinden şikayet eden Ayşe D. özellikle son iki yılda kurumlarda kalan çocukların madde bağımlılığına, suça ve fuhuşa yöneldiklerini, evlerden kaçtıklarını, bu tür olayların da üstünün kapatıldığını anlattı.
“SUDAN ÇIKMIŞ BALIK BİLE DEĞİLİZ “
22 yaşındaki R.A 2006 yılında koruma altına alındı. Önce yuvaya gönderildi, sonra yetiştirme yurduna ve ardından çocuk evine. Şimdi üniversite mezunu ve ne yapacağını bilmiyor.
“Önce yuvada kaldım. Orada dayağı da gördüm. Bana uygulanmadı ama zihinsel engelli arkadaşlarımız altlarını ıslattıklarında dövüyorlardı. Daha sonra yurda gittim. Orada iyi hocalarımız vardı. Bana kattıkları çok şey olmuştur. Daha sonra çocuk evlerine geçtik. Ama asıl hikaye kurumlardan ayrıldıktan sonra başlıyor. Kurumdan ayrıldıktan sonra sudan çıkmış balık bile olamıyorsunuz. Derdinizi anlatacağınız birini bile bulamıyorsunuz. Devletin sağladığı iş imkanına garanti olarak bakıyordum. Ama öyle olmadı. Yine de hâlâ umutluyum. Bekliyorum. Ben iyi bir hayatı hak ettiğimi düşünüyorum. Bu zamana kadar çok zorluklar geçirdim. Benim de iyi bir hayat yaşamak hakkım.”
HAYAT SENDE: MEVZUAT VAR UYGULAMA YOK
Hayat Sende Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bayram Tunçbilek
Devlet korumasında gençlik yıllarını geçiren üç genç kadının devlet kurumlarında yaşadıkları böyle. Peki bu alanda çalışan uzmanlar ne diyor?
Yıllardır devlet korumasında kalan çocuk ve gençlerle çalışan Hayat Sende Derneği’nin yöneticileriyle konuştuk. Yönetim Kurulu Başkanı Bayram Tunçbilek, çocukların kurumlardan ayrılık sürecinde yaşadıkları sorunları şöyle sıralıyor:
“Finansal destekle çocuğu desteklemek işin kolay tarafı. Çocukların kurumdan ayrılmadan önce aktif bir planlamayla nerede yaşayacağı, nerede çalışacağı gibi hususlara eğilinmesinde fayda var. Bireylerin yüzde 72 gibi büyük bir bölümü liseyi bitiremeden korumadan ayrılıyor. Bu gençlerin de özel sektörde istihdam edilmesi için kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmeli. Mevzuatta “korumadan ayrılan bireylerin özel sektörde istihdam edilmesi durumunda beş yıl boyunca SGK primleri devlet tarafından üstleniliyor” diyor ama maalesef bu mevzuatın da uygulaması bir türlü hayata geçirilemedi. Bu konuda da ilerlemeye ihtiyaç var. Gerek kurumda kalırken gerekse ayrıldıktan sonra çocuk ve gençlerin uzman psikologlara ve sosyal çalışmacılara ast üst ilişkisi olmadan ulaşabileceği yapılara ihtiyaç bulunmakta. Alo 183 bu konuda yeterli değil maalesef.”
“KAPALI KURUMLAR ŞİDDET ÜRETİR”
Farklı ülkelerde kurum bakımının kaldırıldığını onun yerine koruyucu aile sistemine geçildiğini hatırlatan Tunçbilek “Kapalı kurumlar doğaları gereği şiddet üretir denir. Bu Newton’ın Yasası gibidir. Akran şiddetinin yaygınlığı, kötü alışkanlığı olan çocukların diğer çocukları da bu kötü alışkanlıklara sürüklemesi gibi sorunlarla karşılaşabiliyor. Bu yüzden, mevzuatta yer alan farklı türdeki koruyucu ailelik uygulamalarının yaygınlaştırılması uygun olacaktır diye düşünüyoruz. Bizler yuvaların ve yurtların olmadığı, tüm çocukların aile yanında hayata hazırlandığı bir dünyayı savunuyoruz.”